Kirli Savaşın Beşinci Kolu: İmzacı Akademisyenler!
Aman da aman! Pek de üzüntü de duyarlarmış! PKK canileri Çınar katliamından sonra açıklama yapmış. Meğer o hayasız saldırıyı intikam için yapmışlar; ölen çocuklar için de “üzüntü” duyuyorlarmış!
Bu canilerin üzülmek gibi insanî hassaları olabileceğine inanmak mümkün mü? Demek ki Kandil “akademisyenleri” de sivil uzantıları ile aynı telden çalıyor.
Doğrusu şu olmalı: Hani Sultanahmet saldırısından sonra sevindirik olup halay çektikleri gibi: “Çınar’ı titrettik, 6 can aldık! Birçok yaralı var ve sayısız binada hasara yol açtık lo! Hemen bir zafer halayı çekelim! Hasso sen de yufka yürekli Nişantaşı yaranı için bir üzüntü bildirisi yaz!”
Türkiye kendisine açılan kirli bir savaşı adını koymadan söndürmeye çalışıyor. Sanmayın ki savaşın karşı tarafı sadece terör örgütüdür. Onları arkalayanları saymaya gerek yok, akademisyen geçinenlerin birçoğunun arkasında dikkatle bakılınca görülüyorlar.
Bölgeyi iktisadî, sosyal ve hatta siyasî olarak kilitleyen bu savaşın sona erdirilmesinin tek yolu, devletin bölgeyi silahlı unsurlardan arındırması. Sükunet sağlanmadan, yürütülen savaşla ilgili barışçıl iddiaların hiç bir anlamı yoktur. Aslında bir anlamı var: Devletin eteğini çekmek! Ayağına çelme takmak! Dünyaya karşı terörü masum göstermek!
Böyle bir çerçevede sarfedilen her sözün bir anlamı vardır elbette. Barış istemek en yüksek seviyeli sözdür böyle zamanlarda. Barış talebi hakikat temeline istinat etmiyorsa, ahlâkî ölçüleri gözetmiyorsa, adalet hissini ayakta tutmuyorsa hiçbir geçerliliği yoktur.
Şu sıralar terör örgütü silahların tetiğine “barış” diye basıyor, bombaları “barış” diye tuzaklıyor. İnsanları “barış” diye katlediyor.
Sözde barışın şampiyonları imzacılar değil, terör baronları!
İnsanları öldürerek, camileri yakarak, tarihi hafızayı tahrip ederek barış istemek hangi aklın ve mantığın işi olabilir?
Silahlı şiddeti, terörü lânetlemeden kimsenin devlet güçlerine söyleyecek bir sözü olamaz. Eğer söylenen bir şey varsa, bunun için kelime seçmeye gerek yoktur. Bu eylem için “ihanet”ten başka kelime gerekmez! Hem de ihanetin en alçakcası!
1990’larda devlet siyasetinin bölgedeki mağdurlarından Orhan Miroğlu’nun söyledikleri dikkat çekici:
“Eğer bu hal 90’lı yıllarda yaşansaydı, yani PKK stratejisine, şiddet ve terörüne bu kadar tolerans tanıyan bir Türk toplumu-aydını, siyasetçisi ve sanatçısıyla- olsaydı, Türkiye ‘düşük yoğunluklu’ diye tabir edilen bu savaştan asla sağ salim çıkamazdı. Ya bölünürdük, ya da savaşa savaşa telef olup biterdik.”
Akademisyenlerin bildirisini ülkenin bir yerlerinde hiçbir şey olmuyormuş gibi değerlendirmek mümkün değildir. Şartlar savaş şartlarıdır ve düşman her türlü kirli yola ve hileye başvurmaktadır. Buna karşı gösterilecek tepki de o ölçüde olmalıdır.
Halk teröristlere “benim için öldürme” derken akademinin kifayetsizleri, “öldürmek işini polis, asker engellemesin diyor.” Yani bırakınız katletsinler, bırakınız ölsünler!
Bu bildiriyi imzalayanlar sadece ilimle aralarına çukur kazmadılar; masum çocukların cesetleri üzerinde tepinerek insaniliğe, ahlâkiliğe mezar kazdılar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.