Sizin erkekliğiniz postal görünce biter
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) davetiyle önceki gün bir araya gelen basın meslek kuruluşları, Başbakan Erdoğan’ın ‘boykot çağrısı’na karşı ortak bir bildiri yayınlamışlar.
Bildiride, ‘Gazeteciler, yürütme organı ve onun başı olan Başbakan’dan nefreti, düşmanlığı körükleyici sözlerden ve davranışlardan kaçınmasını isteme hakkına sahiptir’ deniliyor.
Başka ne deniliyor?
Şunlar: ‘Sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, sendikalar ve medya dahil ülkenin bütün kurumlarını denetim altında tutma çabaları, demokratik sistem açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Başbakan’ın ‘Bu gazeteleri evinize sokmayın’ diyerek başlattığı ve daha sonra yaygınlaşan basına yönelik haksız suçlama ve müdahaleler, basın özgürlüğüne yönelik dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri görülmeyen gazeteleri, gazetecileri okurlarıyla birlikte hedef haline getirecek düşmanca bir tutumdur. Bu davranış asla kabul edilemeyecek bir saldırıdır. Asıl olan ifade özgürlüğüdür. Halkın gerçekleri öğrenme hakkı herkes tarafından her koşulda korunmalıdır.’
Ben de öyle düşünüyorum.
Dolayısıyla, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin bu girişimini destekliyorum.
Hem ağzı bozuk serseri takımının gönlü hoş olsun...
Hem de ömrü yandaşlıkla geçtiği halde ona buna ‘yandaş’ diye çamur atan TÜSİAD üyesi gazeteci ağabeyimize bir güzelinden kapak olsun.
Mevzuya sardırmadan önce ‘yandaşlık’ konusunda bir parantez daha açayım:
Benim maaşımdan başka hiçbir gelirim, hiçbir ortaklığım, hiçbir ticari teşebbüsüm yok.
Ertuğrul Özkök gibi trafik müşaviri, müzik yapımcısı, ‘canlı hayvan kaçakçısı’ değilim.
Bir işveren olmadığım gibi, meslek kuruluşlarında üyeliğim de bulunmuyor.
Hayatım boyunca hiçbir başbakanı, hiçbir bakanı, hiçbir milletvekilini aramadım.
Kimse için tavassutta bulunmadım.
İş takip etmedim.
Devlet katlarında ihale kovalamadım.
Rüşvet vermedim, rüşvet almadım, kamu kredisi kullanmadım.
Devlet Bakanı’nı arayıp, ‘Senin Mesut bizim karton fabrikası kredisini geciktiriyor. Ana avrat sövsek daha mı iyi olacak?’ demedim.
Hilton arazilerini ölü eşşek fiyatına kapatan da ben değilim.
BDDK’ya yalakalık yapan da ben değilim.
Dışbank ve POAŞ için kamu bankalarından kredi kullanan, rakiplerim bu işi yapınca, ‘Bak işte... Çalık yine kamu kredisi kullandı!’ diyen de ben değilim.
Emin Çölaşan’ı arayıp, ‘Az sabret, bu hükümetle işimiz var. Sonra hepsiyle papaz olacağız’ diyen de ben değilim.
Şimdi siz bağımsız gazeteci oluyorsunuz ve ‘basın özgürlüğü’nü savunuyorsunuz, ben ‘yandaş medya’ sayılıyorum, öyle mi?
Gidin yatın lan!
Şimdi gelelim, Başbakan’ın boykot çağrısına ‘bildiri’yle karşılık veren meslek kuruluşlarına.
Bu bildiriyi yayınlamakla iyi yaptınız.
Hep böyle olun.
Basını denetim altında tutma çabalarına karşı sesinizi hep böyle yükseltin.
İyi güzel de, 28 Şubat’ın yaptırım ve denetimlerine karşı neden sesinizi yükseltmediniz?
Meslektaşlarınız andıçlanırken, İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI KURŞUNLANIRKEN, generallerin talimatıyla manşetler yıkılırken neden sustunuz?
Başbakan’ın sözleri ‘demokratik sistem açısından ciddi bir tehdit’ oluşturuyor da, Çevik ve Erol paşaların müdahaleleri küçücük de olsa bir tehdit oluşturmuyor muydu?
Şimdi hangi yüzle ‘editoryal bağımsızlık ve basın özgürlüğü’ diye karşımıza dikiliyorsunuz?
Hiç utanmıyor musunuz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.