Bu Acı Nasıl Anlatılır?
“Ne mutlu” diye başlayan cümle ister Türk için kurulsun, ister Müslüman, bu devirde külliyen abestir!
İslâm dünyasının ıstıraplarının ayyuka çıktığı, coğrafyanın kan ağladığı, tarihin canavarca yok edildiği, insanların çaresizce en kötü sonu beklediği bir dünyadan söz ediyoruz...
Bu coğrafyanın gamını, hüznünü, acısını şiirlerinin vezni yapan Fuzulî 5 asır önce “gam-ı eyyam bize bîdad etti” diyor. Devrin üzüntüsü bize zulmetti... Koşmaların, güzellemelerin, türkülerin en şen şakrak şairi Karacaoğlan “yüküm gamdır, gam alırım gam satarım” demiyor mu?
Onların zamanlarında şairlerin, ediblerin, fikir sahiplerinin hüzünlenmesi için yeterli sebepleri vardı. Şahsî sebeplerin ağır bastığını düşünebiliriz. Moğol yıkımı ve Haçlı saldırılarından sonra nisbî bir sükun yaşadı coğrafyamız. Osmanlı barışı değeri hâlâ tam takdir edilemeyen bir sükunet sağladı bu coğrafyada...
Birinci Dünya Savaşı’nın birinci yüzyılını tamamlarken “medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar”, “nice yüzyıllara!” diye parlatıyor kadehini!
Ölen Müslümansa, mezbahaya çevrilen İslâm dünyası ise... “Nice yüzyıllara!” Bizim payımıza düşen matem!
Bizim hissettiğimiz acıları, hüzünleri birebir yaşamış, ülkesini terk etmek, hayatını sıfırdan idame ettirmek durumunda kalmış nice insan var. Bunların bir kısmı kendi ülkelerinde kaybettiklerini bu kayba yol açanların ülkesinde bulmak ümidiyle ölümcül bir yolculuğu ısrarla sürdürüyorlar... Akdeniz’in sularında, Adalar denizinde (Ege) boğulan mâsum çocukların hüznü kaç Avrupalının kılını kıpırdatıyor?
Türkiye komşu ülkede rutine dönüşen katliamları, şehirlerin yerle bir edilişini kanıksıyor sanki. Tehcirin, yani zorla göçürmenin en yakıcı örneklerine şahid oluyoruz. Milyonlarca kardeşimiz sığıntı konumunda. Onlara “muhacir” gibi davranan tek Türkiye. Elbette böyle düşünmeyenler de var ülkemizde. Değil muhacir, mülteci olmalarını bile uygun bulmayanlar, zaman zaman hayasızca ortalığa dökülüyor.
Basınımız onların acılarını yeterince yansıtmıyor nedense. Türkiye’deki Suriyeliler devlet kayıtlarını aşan bir sayıya sahip. Bunu biliyoruz ve sadece onlara harcanan meblağın büyüklüğünü hatırlamakla yetiniyoruz.
Türkiye’de bulunan Suriyelilerin bazıları, bilhassa akademik kesimden olanlar üniversitelerimizde bir şekilde yer buldular. Düşük ücretle her türlü işte çalışanları da belli bir nizama sokulmaya çalışılıyor. Suriye’nin bir hayli şairi yazarı da ülkemizde yaşıyor artık, bundan haberdar olan var mı?
Günlük gazetelerde göremediğim bir bilgiyi Bir Nokta dergisinin ocak sayısında buldum. Mehmed Kurtoğlu’nun “Suriye Savaşı ve Mülteciler” yazısı işte bu dikkatten kaçan hususla ilgili. Suriyelilerin en bol bulunduğu Urfa’da yaşayan bu ülkenin yazarları Harmal isimli bir gazete çıkarıyorlarmış. Harmal galiba bizim “üzerlik” dediğimiz çiçek... Böyle bir yayın ilgilerin ayakta tutulması, söylenmesi gereken sözlerin kayda geçirilmesi bakımından bilhassa önemli. Yazıda Rakkalı şaire, Fevziye Mer’i ile bir konuşmaya da yer verilmiş. Söz onun: “Sesim ölüdür benim... Vatanım parçalanıyor. Orada kalanlar ölümü bekliyor. Bunların hepsi de dünyanın gözü önünde oluyor. Bütün âlem sebeptir bizi öldürmeye. Suriye tarihin göbeğidir. Tarih ölüyor, insan ölüyor. Bu siyonist bir plandır...”
Ne denilebilir ki? Hayretî’nin söylediğinden başka: Gam yeriz kan yutarız kûşe-i mihnette müdâm/Eziyet köşesinde devamlı gam yeriz, kan yutarız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.