İhanet Çağı!
İhanetin çağı mı olur?
Hainlik için zeminin bu kadar elverişli olduğu dönem nâdirdir...
Dünyanın hâkimleri istikrarsızlıktan kendilerine hizmet edecek bir istikrar çıkarmak istiyorlar. Bu gizli bir 3. Dünya Savaşı. Sonuç alınıncaya kadar istikrarsızlıktan istikrar çıkarma stratejisinin değişmesi beklenmemeli.
Böyle zamanlarda sadece açık savaş sürdürülen ülkelerde değil, yakın coğrafyalarda da istihbarat savaşları sürüp gider.
Türkiye bölgenin istikrarsızlığından nemalanan bir ülke değil. Bu yüzden ne Irak’ta ve ne de Suriye’de istikrarsız bir ortam oluşmasını istemez. Nitekim her iki ülkede doğrudan ve dolaylı ABD müdahalesi Türkiye’nin istikrarına ağır saldırılar şeklinde kendini gösterdi.
Türkiye’nin Irak stratejisi eleştirildi, ama Suriye ile ilgili takip ettiği siyaset eleştirilmekle kalınmadı, düşmanca saldırıların konusu oldu.
Türkiye en uzun sınırlarının ötesinde kalan ülke ile ilgisizmiş gibi tavır takınamazdı. Türkiye’nin devlet aklı fesat unsuru Suriye’den komşu Suriye’ye geçiş için diktatör Hafız Esed’in cenazesine konuya zerre kadar alaka duyması beklenmeyen Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’i gönderdi.
Bu başlangıcın arkası geldi. Oğul Esed döneminde münasebetler en ileri seviyelere yükseldi. Vizeler kaldırıldı, geliş gidişler kolaylaştırıldı. Antep ile Halep arasındaki trafik hız kazandı. Coğrafi ortaklığın birçok başka ortaklıklar ihtiva ettiği gözle görüldü.
Arap Baharı’nın Suriye’de görünürleşmesi, Esed’in Muhaberat yönetimini sertliğe sevketti. Başlangıçta demokratik taleplere olumlu cevaplar verilse idi, belki de çatışma bu noktalara gelmeyecekti. Esed, demokratikleşmenin sisteminin sonu olduğunu biliyordu. Ona göre davrandı, çok söz verdi fakat tutulmamak üzere...
Burada tek cümlelik bir görüş belirtme hakkımız var: Buna rağmen Türkiye ilişkileri koparmamalıydı. Bu cümleyi sarfetmemizin sebebi, ABD ve Avrupa’nın Türkiye’yi Suriye ile müzakere pozisyonuna sokmaları, sonuç alınamazsa müdahale için hazır görüntüsü vermeleridir.
Türkiye’nin müttefiklerine güvenmekle hata ettiğini anlamasını artık en büyük kazanç olarak görüyoruz. Bugünkü siyaset bu güvensizlik üzerine yürüyor.
Bu güvensizliğin, Suriye’den gelen mültecileri hiç bir ülkenin kabul edemeyeceği bir genişlikte kavramasına yol açmakla kalmadığını bir taraftan da Suriye’de taraflardan kendine yakın olanları desteklemek sonucunu verdiğini görmek zor değil.
Türkiye’nin kendi siyasetini takip etmesi, içeriden hıyanete yatkın unsurların (kişi, kurum, örgüt vs.) çeşitli şekillerde desteklenmesine hız verdi.
Türkiye’de bugün ABD siyasetinin açık veya gizli alkışçıları var. ABD siyaseti Türkiye’nin kesinlikle aleyhine olsa da!
Rus siyasetinin amansız destekçileri var. İsrail’in destekçileri her iki ülkenin destekçileri içinde geçinip gidiyor!
Türkiye dünyanın büyük istibarat güçlerinin açık gizli saldırıları altında iken, kendi istihbaratını sadece seyirci olarak görebilir mi?
Eğer Türkiye ile ilgili benimseyici bir tavrımız varsa, vatan kavramını önemsiyorsak, devletin varlığını ve bekasını gerekli görüyorsak elbette yapacağımız şeyler vardır, yamayacağımız şeyler vardır.
Mit TIR’ları meselesini iç mesele yaparak uluslararası arenada Türkiye’yi canavarların önüne atmak asla hayırhah sebeplerle yapılmamıştır. Geçiniz efendim gazeteciliği, haberciliği filan…
Bunu yapanlar, bütün ömürlerini hain gazeteci Ali Kemal, nam-ı diğer Artin Kemal ihanetini yazmakla geçirmişler ve kendileri gibi düşünmeyen gazeteciler için de böylelerinin olduğunu imadan geri durmamışlardır. “Mütareke basını” diye bir kavramın varlığını bugüne kadar sürdürmesi neyi anlatıyor?
Gazetecilik hain olmamayı garanti etmez, medyada da hainler olabilir elbette. Burada iki gazetecinin müdafaasını yapanlar şunu demek istiyorlar: Bizimkiler yaparsa ihanet olmaz! Sadece onu da söylemiyorlar: Hukuk ihaneti görmemeli!
İhanet varsa, görmemek de ihanettir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.