Ankara saldırısı bize ne söylüyor?
Bütün melanetlerin içinde varlığını bir şekilde hissettirmiş dost ve müttefik Amerika’nın Ankara Büyükelçisi, vatandaşlarını teröre karşı uyarıyor. Koordinat bile veriyor...
Derken, belirlenen koordinatlar içinde bir patlama meydana geliyor.
Bunun bir tesadüf olduğuna insanları inandırabilir misiniz?
Bu tesadüften birkaç gün önce, dost ve müttefik ülkeden “masa” tazyiki geldiğini hatırlayalım.
Devlet, HDP veya PKK, her neyse, o unsurlarla yeniden müzakere masasına oturmalıymış. Bu işi “konuşarak” çözmeliymiş.
Bu tazyikten sonra, HDP’lilerin de ağız değiştirip “masa” demeye başladıklarını hatırlayalım.
Masayı tekmeleyip kaçmışlardı oysa.
Bunu, Silvan sürecinde de yapmışlardı.
Devleti, bir dönem, “masa”da sonuç alınabileceğine inandırmışlardı ama asıl amaç, silah bırakmaya yanaşmayan PKK etrafında siyasal bir güç temerküz etmekti.
Hasbelkader kurulmuş masanın sağladığı masuniyetle, görece ateşkes sürecinin getirdiği güvenle; bu masuniyeti ve güveni kötüye kullanarak, şehirleri “silah deposu” haline getirmişlerdi.
Start verilince de, ülkeyi “iç savaş”a götürecek çatışma sürecini başlatmışlardı.
İç savaş, ummadığımız “demokratik gelişmeleri” beraberinde getirecekti...
“Fethullahçı” profesörler ve liberaller böyle söylüyordu... Yegâne kurtuluşumuz, “iç savaşın kanlı cehenneminden” geçmekti.
HDP EŞ Başkan Selahattin Demirtaş’ın tehditlerini hatırlayalım: “Cizre’nin ateşi Bodrum’u da yakar” diyordu. Parti sözcüsü Ayhan Bilgen, büyük bir küstahlık ve şımarıklıkla, “İç savaşı tartışabileceklerini” söylüyordu.
Bir görüşe göre, son Ankara saldırısı, devleti yeniden “masa”ya ikna etmek için yapıldı.
Bunda gerçeklik payı var mı, bilmiyorum.
Devlet, daha önce bu hatayı iki kez yaptı. Terör meselesini masada çözebileceğini düşündü. Ama müzakereciler samimi olmadıkları için, “aldanan taraf” yine devlet oldu.
Demokratik açılımlara evet, yeni bir masaya hayır...
PKK silah bırakma iradesi göstermeden, ne masa telaffuz edilmeli, ne de HDP “partner” yerine konulmalı.
Devletin öncelikli görevi sahtekârlarla müzakere yürütmek değil, kamu otoritesini tesis etmektir.
Bu cümleden olarak, “fezlekeler” meselesinin gereği de bir an önce yerine getirilmeli!
Kemal Bey’e hem destek hem fırça!
Kemal Bey’i şu konuda destekliyorum: Rezil iftiralarıyla tanınan bir gazeteci, patlamadan hemen sonra, üzerinde pijamamsı kıyafetiyle stüdyoya çağrılıp “terör saldırısı” konusunda fikri soruluyor.
Ben izlemedim. Anlattılar.
Hem büyük lokma yeme, hem de büyük laf etme itiyadındaki gazeteci, “Terörle yaşamaya alışmalıyız” gibilerden dangalakça bir laf ediyor.
Kemal Bey de haklı olarak soruyor: “Bir hükümet komiseri arkadaş, halka, ‘terörle yaşamaya alışmalıyız’ diyor. Sen hangi gerekçeyle böyle konuşuyorsun?”
Hak verdikten sonra, gelelim “fırça” bölümüne...
Kemal Bey, dün hükümete bir çağrıda bulundu ve aynen şöyle dedi: “Terörün bitmesi için biz, üstümüze düşen ne varsa yapmaya hazırız...”
Bunun samimi bir çağrı olduğuna inanmak istiyorum.
Çünkü Kemal Bey ve partisi, bugüne kadar, terörün bitirilmesi için en ufak bir gayret içinde olmadı... “Hendek kazan arkadaşlar” bahsine girmiyorum bile... Başta DHKP-C olmak üzere, alfabeden harf beğenen bu örgütlerin kanlı eylemleri, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “terör eylemi” olarak görülmedi.
Kemal Bey samimiyetine inandırmak istiyorsa, işe yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’dan başlamalıdır. Ankara’da can pazarı yaşanırken, Genel Başkan Yardımcısı Tanrıkulu, terör örgütünün televizyon kanalına çıkış, “terörü aklama konuşması” yapıyordu...
Poster krizini bahane ederek Atatürkçüleri partiden kovduran Kılıçdaroğlu, bakalım PKK avukatı Sezgin Tanrıkulu için de “ihraç mekanizmasını” devreye sokacak mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.