Sorduk ağabey sorduk
Sevgili ağabeyim Mehmet Barlas şöyle demiş: "1974'te Kıbrıs'a yapılan askeri harekât ertesinde kalıcı bir siyasi çözüme ulaşmak mümkünken bunun iç politika malzemesine çevrilmesi ile Kıbrıs'ın 'çözümsüz sorun' olarak Türk dış politikasınınipoteği haline dönüştürülmesinin hesabını siyasetçilerden sorabildik mi?"
Sorduk ağabey, çok sorduk. Yıllardır bu konuda davul çalıyoruz.
Sorduk da kimseden cevap alamadık.
Sormaktan kasıt, yazı yazmak tabii. Elimizden gelen ancak budur, kimsenin yakasına yapışacak halimiz yok.
Kaldı ki sorumluların hepsi artık toprak altında. Aradan 42 sene geçti.
Mesele "halkın" sormasıysa, seçmen o sorumluları sonradan, başka nedenlerle de olsa, tarihin dibine göndermiştir zaten...
Mehmet ağabey, Kıbrıs o zamanlar kalıcı bir çözüme ulaşamazdı... Kalıcı çözümden kasıt "iki bilmemneli bilmemne" falansa eğer.
Yunanistan ve Rum kesimi "eski statüyü korumak" için bütün gücüyle direniyordu. Bütün Batı direniyordu.
Bu durumda yapılacak tek şey vardı: Gerek Kıbrıs'ın faşist darbecilerini (Nikos Sampson) gerekse onları yönlendiren faşist Yunan cuntasını devirdikten sonra, orduyu geri çekmek!
Yani, "Yunanistan'ı demokrasiye tekrar kavuşturan Türkler" sıfatıyla o temmuz ayında bütün dünyada bir anda lehimize esmeye başlayan havayı kalıcı kılmak. (Ben o sıralarda Fransa'daydım, sokakta yürüyüşümüz değişmişti, ayyıldızlı pasaportu Fransız polisinin önüne çiftlik bağışlar gibi kasılarak atıyorduk...)
Ama bunun için gerek Ecevit'in gerekse Erbakan'ın "politikacı" değil "devlet adamı" olmaları şarttı...
Kaldı ki Ecevit, durmaması gereken yerde durmuş, yürümemesi gereken yerde yürümüş (nitekim ağustos ayındaki ikinci harekât o havayı birdenbire aleyhimize çeviriverdi), bu işlere aklının hiç basmadığını kanıtlamıştı... Ecevit'ten başbakan maşbakan değil, ancak Maarif Klasikleri dizisinin Sanskrit edebiyatı bölümüne editör olurdu.
Gene de çok zordu bu manevra, Ecevit büyük adam olsaydı da zordu.
Çünkü bütün Türkiye, Kıbrıs'a "aldık" gözüyle bakıyordu!
"Peace operation" falan, hikâyeydi...
Üç yüz yıl sürmüş olan sürekli toprak kaybından sonra, ilk kez, elden çıkmış olan toprakların "hiç olmazsa küçücük bir kısmını" geri aldık gibi geliyordu herkese (Hatay'ı saymazsak.) Erbakan da Ecevit'i yıpratmak için "milletimiz Kıbrıs'ıntamamını istiyor" diyerek yangına körükle gidiyordu.
Evet, toplumun bilinçaltında yatan "Osmanlı refleksi" budur.
Kıbrıs'tan orduyu çekmek, ilk seçimi de kesinkes kaybetmek demekti.
Siyasetçilerden hiçbiri "bu kalıbın adamı" değildirler ve olamazlar.
Bu Osmanlı refleksi ancak gene tartışılmaz bir Osmanlı otoritesiyle dengelenebilirdi: "Eflak'ı aldım Boğdan'ı verdim, kendi işinize bakın" tavrını koyabilecek bir güçlü adam... Orduyu küstürmekten de korkmayacak...
Bir padişah, ya da Atatürk, ya da... Cümlenin gerisini sen getir.
"Başkan" mı diyecektin? O zaman olsa belki, şimdi artık o da çok zor.
Ama imkânsız değil. Hayırlısı, bakalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.