Belçikalı Hasan Jurassic Park’tan bildiriyor
En güzel benzetmeyi şair İzzet Yasar yaptı: “Doğan Akın’ın Jurassic Park’ı...”
İçinde “İzzet Yasar” geçen bu yazıyı okuduktan sonra, Gezi’ci avukat Akif Kurtuluş’un etinde şirpençe çıkacak; İzzet Bey’e saydırıp duracak yine...
Ben, “T24 Rehabilitasyon Merkezi” ismini uygun görmüştüm. Burada toplaşmış Gezi’ciler birbirlerini rehabilite ederler düşüncesiyle... Daha çok hastalandılar. Murat Belge de katıldıktan sonra (inşallah Cengiz Çandar da katılacak), azgınlıkları daha da arttı. Dolayısıyla, “Doğan Akın’ın Jurassic Park’ı...” ifadesi durumu daha iyi özetliyor.
Park sakinlerinin en takıntılısı Hasan Cemal dün bir yazı yazdı ve devleti “masa” kurmaya davet etti.
İçi yanıyormuş...
Bazen boğulur gibi oluyormuş...
Bombalar patlıyormuş...
Belçika’da terör’müş...
Her terör olayından sonra “yaşama sevinci biraz daha törpüleniyor”muş.
Belçika’daki teröre içi yanan bu “güzel insan”, ülkesindeki terörü hiç görmüyor... Türkiye’de de bombalar patlıyor... Türkiye’de de “bazen boğulur gibi oluyorum” dedirtecek manzaralar yaşanıyor... Türkiye’de de insanların yaşama sevinci her terör eylemiyle biraz daha törpüleniyor ama Belçikalı Hasan bunları görmüyor. Çünkü bakmıyor.
Kafayı “terörle mücadele”ye takmış.
Daha doğrusu, Türkiye’deki terörle mücadeleye takmış.
Belçika’da terörle mücadeleye evet...
Türkiye’de terörle mücadeleye hayır...
Çünkü Türkiye’de “terörle mücadele” etiketi altında diktatörlük kurulmak isteniyormuş. Saray’la aynı düşünmeyen herkes terörist ilan ediliyormuş. Farklı düşünceler, eleştirel düşünceler ya da Saray’a dönük en ufak bir itiraz susturuluyormuş, eziliyormuş. Anayasa başta olmak üzere hukuku hiçe sayan Saray’daki Sultan, demokrasi ve hukuka, “Ya benden yanasın ya da terörden” diyerek meydan okuyormuş.
Peki, çare?
Çarenin ne olduğunu anlatma işini Belçikalı Hasan’a bırakalım.
Kendi lisanınca, kendi söz dizimiyle, kendi orijinal üslubuyla anlatsın:
Çare, iki taraflı ‘ateşkes’tir.
Çare, parmakları tetikten çekmektir.
Çare, silah ve şiddetin kullanım süresinin dolduğunu görmektir.
Çare, ‘masa’dır.
Bu kadar çok “çare” kelimesini art arda sıralayıp, somut hiçbir şey söylememek bizim Belçikalı Hasan’a özgü bir durum olsa gerek. Bunlar çok konuşurlar, çok şey anlatırlar ama işe yarar bir şey söylemezler.
Madem çare “masa”dır, madem dönüp dolaşıp Heval Murat Karayılan’ın “derhal ve acilen müzakere” fikrine gelecektin, niçin o halde hasbelkader kurulmuş masayı dağıtmak için elinden gelen her melaneti sergiledin ey vicdansız Hasan Cemal?
Bir “masa” vardı.
Parmaklar (“çözüm süreci” hatırına, bir süreliğine de olsa) tetikten çekilmişti. (Daha doğrusu, devlet parmağını tetikten çekmişti. PKK’lılar o süreçte yol kesiyor, dağa adam kaldırıyor, haraç topluyordu.)
Müzakereler yürüyordu.
İmralı-Kandil arasında heyetler gidip geliyordu.
Dolmabahçe’de ortak bir metne imza atılmıştı.
Sırrı Süreyya Önder’iniz, Öcalan’dan aldığı sufleyle, “Silah Bırakma Kongresi Nevruz’dan sonra toplanacak” diye sağda solda hava atıyordu. Bilgelik taslıyordu.
Ne oldu?
Masa kurulur kurulmaz, kendini dağlara vurdun, “Sakın silah bırakmayın. Ne karşılında silah bırakacaksınız ki? Bu Tayyip var ya, sizi satacak...” diye terörist ayartıcılığına giriştin.
Sonra da, “Demokrasi olmadan barış olmaz” diyerek, masayı tekmeleyenlere gerekçe ürettin.
Bu ihanetini tarih yazmayacak mı zannediyorsun?
Bu ayıbını sürekli karşına çıkarıp yüzüne vurmayacaklar mı zannediyorsun?
İşte on bininci kez yazıyorum ve seni içi geçmiş Jurassic Park sakinleriyle birlikte bu kanlı dönemin biricik suçlusu ilan ediyorum.
Suçlusunuz ve eliniz kanlı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.