Zarrab’tan kaç hikaye çıkar
Rıza Zarrab’ın Amerika’da tutuklanmasından sonra Türkiye’de başlayan telaşlı tartışmaları ve yazılan hikayeleri gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Ne yalan söyleyeyim bu zat beni hiç ilgilendirmedi, şimdi de zerrece ilgilendirmiyor. Ancak anlatılan Rıza menkıbelerine bigane kalmak da mümkün değil.
17-25 Aralık sürecindeki darbe kalkışmasını başarıya ulaştıramadıkları için hala müthiş bir kuyruk acısı yaşayan paralelcilerin, “Yaşasın Amerikalı savcı Bharara, Zarrab’ı tutukladı, buradan bize çok ekmek çıkar” edasıyla ortalarda yalancı pehlivan gibi dolaşmalarını anlayabiliyorum. Zira bu zombilerin bütün derdi ne yapıp edip Tayyip Erdoğan’a bir şekilde zarar vermek. Bu yüzden de gerek ülke içinde, gerekse dünyanın değişik coğrafyalarında sergiledikleri her faaliyetin sonu maalesef Türkiye aleyhtarlığına çıkıyor.
Rıza Zarrab’ın tutuklanmasıyla birlikte ortaya çıkan fotoğrafın bir başka veçhesi daha var. İşte burası ilginç... Öyle ki, özellikle bazı kalemler çok doğrudan olmasa da utana sıkıla Zarrab’ı savunmak için adeta kan ter içinde kalıyorlar.
Her ne kadar bu savunma işini “Ortada Rıza var yandan geç” edasıyla yapmaya çalışsalar da, dans ederken acemilikleri çok belli oluyor.
Bu olayın anlaşılması güç bir başka boyutu da AK Parti cenahından gelen tuhaf değerlendirmeler. Mesela şöyle bir cümleyi nasıl değerlendirmemiz gerekiyor:“ABD’deki bir tasarruf üzerinden Türkiye’nin iç siyasetinin nasıl dizayn edilebileceğine, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve bazı arkadaşlarımıza karşı nasıl karşıtlık üretilebileceğine dair hastalıklı bir faaliyet var.” Zarrab’ın tutuklanmasının Cumhurbaşkanımızla nasıl bir alakası olabilir ki... Elbette bir alakası olamaz. İyi güzel de ticari faaliyetleri yüzünden dünyanın öbür ucunda tutuklanan bir kişi dolayısıyla neden böyle zihinleri bulandırıcı bir açıklama yapılır doğrusu anlamak mümkün değil.
Hemen belirtelim, Zarrap olayını doğru anlamak için fotoğrafın tamamını görmekte yarar var. Amerika’nın İran’a tek taraflı olarak uyguladığı uzun ambargo sürecinde İran’la ticari ilişkileri olan bütün ülkeler, kanunların çevresinden dolaşarak ticari ilişkilerini yürüttüler ve bunu da birtakım kişiler üzerinden yaptılar.
Türkiye ise BM’nin 1929 sayılı kararının oluşturduğu meşruiyet zeminine dayanarak İran’la ticari faaliyetlerini sürdürdü. Aslında Rıza Zarrab bu fotoğrafın içinde sadece küçük bir ayrıntı. Aslında bugün Zarrab üzerinden yazılan Amerikan hikayelerinin özeti şudur: Türkiye’nin kendisini bölgesel bir güç tanımı içine yerleştirerek kısa süreli de olsa ABD’nin parasal gücüne karşı bir başkaldırı denemesine girişmesi, parasal güç dengeleri içinde Türkiye’ye yöneltilmiş bir hesap sorma ihtiyacına dönüşmüştür. Zarrab olayını bu gerçeği ıskalayarak anlamak mümkün değildir.
Çok açık ki İran’ın meşru ve hak edilmiş doğal kaynaklarından elde edilen gelirlerinin, Amerika tek taraflı ambargo uyguladı diye ‘kara para’ olarak tanımlanması asla adil olamaz. Nitekim ambargonun kalkmasıyla birlikte İran’ın bu petrol gelirlerinin meşruiyeti bir kez daha tescil edilmiştir.
Ancak şundan eminiz ki Zarrab üzerinden daha bilmediğimiz pek çok Amerikan hikayesi yazılacaktır. Ayrıca da bu tür riskli ticari faaliyette bulunanların zorda kaldıklarında ‘taraf’ değiştirerek çok renkli hikayeler anlattıkları bir gerçektir.
Rıza Zarrab’ın Amerikalılarla anlaşarak ve de bile isteye gittiği yönünde yaygın bir kanaat var. Açıkçası çok da masum bir gidiş gibi gözükmüyor. Eğer gerçekten anlaşarak gittiyse muhtemelen itirafçı olacaktır. Bunun için ortada her zaman itiraf edilecek bir suç olması gerekmiyor. Önünde 75 yıl ceza istenen bir dava varsa, kendini kurtarmak için mutlaka anlatacağı hikayeler olacaktır. Bunların çoğu zaman doğru olması da gerekmiyor. Mesela ticari faaliyetlerini yürütürken işin tabiatı gereği birtakım bürokratlar ve bakanlarla olan ilişkileri konusunda akçeli hikayeler anlattığında, kim derdini nasıl anlatacak ki... İşte işin en pis tarafı burası...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.