Tartışma
Televizyonda iktidar ve muhalefetin önde gelen iki üyesinin tartışmasının sadece bir bölümünü izledim. Çünkü dünyadaki ekonomik krizin sonuçlarının önceden tahmin ettiklerimle uyuşup uyuşmadığını, ülkemizin bu krizi nasıl karşılaması gerektiği konusundaki düşüncelerimi geliştirmeye çalışıyordum. Gerçi yıllardan beri küresel sermaye ile ulus devletler arasında bir çatışma olduğunu ve sonuçta devletlerin kazanacağını ve küreselci dünya görüşünün sona ereceğini söylüyordum ama ülkemiz küreselciliği o kadar sevmişti ki boğazına kadar bu politikanın içindeydi. Şimdi bunun tartışılmayıp birini müfteri diğerini yolsuzluk yapan bir kişi konumuna getirecek bir tartışmanın nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmek sadece komik oluyordu. Ertesi gün medyanın neredeyse tamamının bu konuyu ön plana çıkardığını görünce toplumun ne kadar dışında olduğumu bir kere daha anladım.
Gerçi geçmişte de benzer bir tavrım vardı. Ders verdiğim yıllarda sınıfa girer ve bazen ‘Bana doğru bildiğiniz bir şey söyleyin onun yanlış olduğunu ispatlayayım’ diye söze başladığım olurdu. Daha sonra x kare gibi basit bir ifadenin türevinin ne olduğunu sorar ve 2x cevabını alınca ‘Yanlış biliyorsunuz x karenin türevi karpuzdur. İspatlamazsanız benim cevabım doğrudur’ derdim. Yani bir kavramın ne olduğunu bilmezseniz çok aykırı bir iddia da diğeri kadar gerçek sayılabilir. Amacım öğrencilerin öğrendiklerinin ezberin değil düşünmenin bir ürünü olmasını sağlamaktı.
Milli gelirin ne olduğunu anlattıktan sonra onu artırmanın kestirme yolları olduğunu, mesela akşam yiyeceğiniz köfteyi karşı komşuya yaptırın, siz de onun fasulyesini pişirip piyasa fiyatından birbirinize satın. Böylece herkes aynı şeyi yer ama milli gelir artmış olur derdim. Kimse sormazdı ama ben kendi kendime bu alışverişte taraflar vergi öder ve kaybederler diye sorarsa Türkiye’nin milli geliri vergilendirilmiş gelirlerle ölçülseydi dünyanın en fakir ülkelerinden biri sayılırdık demeye hazırlanırdım. Derslerde hayali ihracatın nasıl yapıldığını da anlatırdım. Kitapların anlattığı dünya ile yaşanan birbirinin aynı değildi.
Bugünlerde ders veriyor olsaydım öğrencilere ‘İleri sürülen iddialar ülkemizde yaşanan olaylardır. Tartışmalar tarafların bu doğal süreç içinde olup olmamalardır. Yani siyasetçiler yolsuzluk yapmakta, biri diğerine iftira atmaktadır ama biz bunlardan değiliz diyorlar’ derdim. Bunları engelleyeceğiz diyen yok.
Ahlak bir toplumu ayakta tutan temel direktir. Ancak son zamanlarda kutsal değerler ya da idealler ahlaklı olmadan da savunulabilir sayılmaya başlandı ya da kazanmak ahlaklı olmaktan önemli görüldü. Üstelik toplumu yöneten ya da yön verenlerin de hiçbir ahlak kuralına bağlı olmayabilecekleri kabul edilir oldu. Kimse servetini ya da yaşam düzeyini geliriyle açıklayamıyordu.
Ama başka bir şeye daha işaret etmek istiyorum. Dünyadaki gelişmeler bizi ilgilendirmiyor. Tek amacımız rakibimizi alt etmek. Siyaset adına yaptıklarımızı ülkemize hizmet etmek için mi yoksa yerimizi korumak amacıyla mı yapıyoruz kestiremiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.