“23 Nisan” Eşittir “Resepsiyon”!
Önce 23 Nisan’ın ne olduğunu doğru anlayalım. Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılış şekli “Millî Mücadele”nin ne demek olduğunun en açık ifadesidir.
Millî Mücadele’ye, İstanbul’un işgal altında olmasından ötürü Hakimiyet-i Milliye (millî hâkimiyet) mücadelesine girişilecektir. Halkın katılımı şarttır, elzemdir.
Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. Günlerce öncesinden vilayetlere Mustafa Kemal imzalı genelgeler gönderilir. Meclis, Cuma gününün kutsallığından yararlanmak için 23 Nisan günü açılacaktır. Hacıbayram Camii’nde Cuma namazı kılınacak, oradan Meclis binasına gidilecek ve bütün vilayetlerde indirilen hatimlerin, Buharî okumalarının duası yapılacaktır...
Gelin 23 Nisan 1920’yi ihya edelim!
Cuma’yı Hacıbayram Camii’nde kılalım. Sonra bir hoca efendi başında Kur’an-ı Kerim’le alayın önüne geçsin. Ardında Hacıbayram’ın Sancak-ı şerifi, onun ardında Peygamberimizin sakalının telinin bulunduğu bohça ve nihayet askerî ve mülkî erkân ve halk... Birinci Meclis’e doğru yürüsün. Hacıbayram’ın Sancak-ı Şerif’i Meclis kürsüsüne serilsin, üstüne Kur’an’ı Kerim ve Sakal-ı şerif bohçası konulsun... Ve dualarla Meclis açılsın!
Var mısınız 23 Nisan’ı ihya etmeye?
Yoksa siz “millî hâkimiyet olmasa da olur, ille de resepsiyon” diyenlerden misiniz?
Büyük Millet Meclisi’nin bu kutlu açılışını “resepsiyon”a indirgemek ihanetten başka bir şey değildir. “Resepsiyon da resepsiyon” diyen sulu göz Kemalistin ihaneti ile ilgili dava mahkemede, fakat biz ilk Meclis’in açılışını resepsiyona indirmenin ihanet olduğundan hiç şüphe etmiyoruz. Halkı Cumhuriyet’ten tasfiye etmenin törenleşmesi işte bu resepsiyonlardır!
Bu echeller –ki cumhuriyet varakparesi onların kalesidir- daha Meclis’in açılışını doğru dürüst bilmiyorlar. Bilseler böyle bir açılışın anılması iddiasından vazgeçerler. Ayrıca, eğer Atatürkçülük iddiasında iseler Atatürk’ün döneminde bir tane bile “resepsiyon” yapılmadığını da bilirler. Çünkü o zaman “resm-i kabul” vardı. Veya “kabul resmi”!
Cahiliye ve cahiliyet yuvası gazetede Kut’ül-Amare Zaferi ile igili kalem oynatan kadıncağız, “Kut’ül-Amare diye bir zafer yoktur, çünkü Atatürk böyle bir zafer olmadığını Nutuk’ta anlatıyor” diye yazıyor.
İşte skolastiğin en koyusu, bağnazlığın son merhalesi.
Nutuk yer yer müdafaanamedir, yer yer de ithamname. Nutka göre amel edersek, Millî Mücadele’nin tek kahramanı vardır, aleyhinde söz söylenmeyen, ithamda bulunulmayan bir tek büyük şahsiyet yoktur!
M. Kemal Paşa’nın Nureddin Paşa ile ihtilafı, onun böyle iddialar öne sürmesine yol açabilir.
Peki Kut’ül Amare Zaferi yok da teslim olan ve esir olarak İstanbul’a getirilen General Towshend ve diğer 13 general neyin nesi? 481 İngiliz subayı ve 13.300 asker neden teslim oldu?
“Savaştan canımız sıkıldı, teslim oluyoruz!”
Bu bilgiler yanında, düşmanın bu zafer üzerine kapıldığı hissiyatı yok mu sayacağız? “İngiliz tarihinde şartları itibarıyla en aşağılık teslim anlaşması” neyin nesi?
Devrin İngiliz basını mağlubiyeti gördü, kamuoyu infiale kapıldı. Bunun üzerine İngiliz hükümeti Irak’taki generallerini azletti.
Ya Ordumuzun bu zaferi NATO’ya girişimize kadar kutlaması?
Başka bir NATO ülkesine karşı zafer kazanmak neyin nesi, tarihte bile olsa! İşte şimdiki Cumhuriyet kafası da bu merkezde!
“Nato kafa, nato mermer” dedikleri bu olmasın!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.