Balkanlardaki Yüksek Basınç: Tasavvuf!
Bu sene Ahmed Yesevî yılı...
“O da kim?” Denirse, söylenecek çok söz var. “Anadolu’da Yunus Emre’nin açtığı şiir çığırının Türkistan’daki müjdecisi” demek bir başlangıç olabilir. Dahası, Türkistan ahalisini hikmetleriyle müslümanlığa ısındıran ve dahası, dervişlerini göndererek Anadolu ve Rumeli’nin islâma açılması için zemin hazırlayan şahsiyet...
Hangi tarihte mi yazıyor? Efsaneler böyle söylüyor!
“Efsanelerin hakikat değeri nedir?” denirse, onun da cevabı şu: Gerçekler tarihleştirilemezse efsaneleşir!
Yahya Kemal, iki mısra ile neredeyse son bin yılımızın efsanesini hulasa ediyor:
Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.
Bir kaç gündür, Rumeli’deyiz. Şimdi Makedonya denilen, bölgede, Üsküp’te ve Ohri’de. Buralarda olup da Yesevî dervişi Sarı Saltuk’tan bahsetmemek imkânsız. Rumeli’nin müslümanlaşması ile ilgili yazılacaklar Sarı Saltuk’suz olmaz. Nitekim onun kabirlerinden biri de Ohri’de imiş. Zamanla hırıstiyanların ziyaretgâhı olmuş türbesi.
Ohri’de “2. Bakü’den Balkanlara Halvetilik Sempozyumu” yapılıyor. Genç Tasavvufçuları Destekleme ve Geliştirme Derneği’nin düzenlediği toplantı Türkiye’den ve Balkanlardan katılan konuşmacıların bildiriler ile güçlü bir hatırlatmaya vesile oluyor.
Halvetilik bu efsaneleri daha anlaşılır kılıyor. Tebriz’de Ömer Halveti ile başlayan bu tasavvuf yolu, Bakü’de yerleşen ikinci pir Seyyid Yahya Şirvani’den sonra Türkiye’ye ve Balkanlara yayılıyor. Zamanla diğer İslâm ülkelerinde de kökleşen, coğrafyalar aşan güçlü bir tasavvufî akım oluyor.
Bugün Balkanları dolaşanlar geçmiş yüzyılların özetini camiler, tekkeler ve türbelerden okuyorlar. Halvetî tekkelerinin bugün de faal olanları var. Bazıları bulundukları şehirlerin hayatında oynadıkları rolü ifşa edercesine bütün güzellikleriyle varlıklarını sürdürüyor.
Yıllar önce Ohri’ye geldiğimizde, görmekten, gezmekten en çok hoşnut olduğumuz yer, Pir Hayatî Efendi Tekkesi idi. O mekânı dokunuşu ile çağımıza taşıyan rahmetli Turgut Özal’dı. Resmî bir Makedonya gezisi sırasında bu tekkeyi ziyareti de ihmal etmemişti.
Daha sonraki yıllarda Prizren’de eski şehrin merkezinde dolaşırken bir kapıdan girdiğimiz avluda sanki tesadüfen saklı bir güzelliği keşfettiğimiz hissine kapılmıştık: Saraçhane Halvetî Tekkesi’de idik.
Balkanların son beş yüzyılının siyasi tarihi ötesinde bizim için sürmekte olan derin bir tarihi var. Bu tarih tekkeler olmaksızın yazılamaz. Bu öyle bir tarih ki, bugüne penceresi var ve bu pencereler şu anda faal durumda bulunan dergâhlar.
Halvetilik semyozyumunda halen faal olan bazı dergâhların şeyhleri ile karşılaşmak Türkiye’de tekkelerin kapatılmasından 91 yıl sonra bize hiç de şaşırtıcı gelmiyor!
İyi ki Balkanlarda tekkeler kapatılmamış. Yoksa bunca tarihe şahitlik edecek çok az şeyimiz olurdu!
Sempozyumu başka bir yazıda anlatırız belki. Bu vesile ile sahip olduğumuz kitaplardan sözedelim.
Rumeli’de Bir İrfan Ocağı: Ohri Halvetî Hayatî Âsitanesi. H.Yıldırın Ağanoğlu, ana baba memleketi ile alâkasını sürdüren ilim adamlarımızdan. Arşivlerden derlediği malzeme ile güzel kitaplar hazırladı. Çeşitli tesadüfler/tevafuklar sonucu Yıldırım Bey bu kitabı nasıl yazdığını anlatıyor ki, sırf bu fasıl ayrı bir kitap olabilir.
Taşlara Akseden Edebiyat. Makedonya Debre-Jupa Bölgesi Kitabeli Mezar Taşları. Ertuğrul Karakuş, Rumeli’nin yok olmaktan her nasılsa kurtulup günümüze gelebilen mezar taşlarını bir tarih malzemesi olarak kayda geçiriyor. Bugüne kadarki tahribat düşünülürse, bir zaman sonra ortadan kaybolacak kitabeler böylece yazılı hafızamızın malı oluyor.
Kosova-Makedonya-Arnavutluk-Karadağ Balkanlardaki Miras Tekkeler. Tuğçe Tuna, Balkanların tarihi yazılırken asla ihmal edilemeyecek olan tekkelerin bugüne intikal eden varlıklarını bu kitapta toplamış. Tarihi malûmat dışında yapıların bugünkü durumu hakkında bilgi veriliyor ve metin resimlerle destekleniyor. Bu tekkelerin postnişinlerinin listesini de veriyor ki, içlerinde hâlâ faal olanları da var.
Dinle HŞY’den. Köprülü’deki Derbent Halvetî Tekkesi’nin son postnişini Alaeddin Efendi’nin oğlu Hasan Şükrü Yayıntaş’ın sohbetlerinden oluşan kitap. Kendisi kitabı “Gönlümden dökülen sözler” olarak tanımlıyor. Babası Alaeddin Efendi, 1950’li yıllarda sosyalist rejimin sıkıntıları karşısında muhibbanının Türkiye’ye göçmesini teşvik ediyor. 1954-1957 yılları arasında bağlıları Köprülü’den Manisa Turgutlu’ya göçüyor. En son kendisi de maceralı bir şekilde Türkiye’ye geliyor. Oğlu Hasan Yayıntaş, Türkiye’de doğmuş, babasının izinden giderek irşad faaliyetlerini sürdürüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.