Kızım Ayşe’den Kızım Eser’e
Bu vesile ile Yücel Çakmaklı’yı rahmetle analım. 1974’te yaptığı “Kızım Ayşe” filmi Türkiye’deki değişimi anlama ve anlatma yönünde bir çaba idi.
Huriye ana, iki kızını büyük şehirde yetiştirmek mücadelesi içindedir. İki kızından birini kurtarır, o tahsilini tamamlar ve doktor olur. Ya diğeri?
Ona gücü yetmez. Kötü yola düşer...
Bursa Ulu Cami önündeki terör eyleminin faili Eser Çali nedense bana bu filmi hatırlattı.
1970’lerde çocuklarımızı elden kaçırmamak için analar ve babalar gayret içinde idi. Bilhassa kız çocuklarının modern hayatın iğvalarına kapılmamaları için ciddi olarak uğraşılırdı.
Laik modernliğin Türkiye’de ahlâkla münasebeti neredeyse yoktur. Dinle ahlâkın iç içeliği bu kesimlerde şöyle bir savunma mekanizması oluşturmuştu: “Ahlâk değişkendir, görecelidir, bu yüzden ahlâksızlık denilen şey gerçekte ahlâksızlık olmayabilir..”
Bugünlerde analar babalar çocuklarını/kızlarını korumak için ne yapıyorlar?
Diyeceksiniz ki, o kızlar ve oğlanlar reşit! 18 yaşını doldurmuş. Doğru şüphesiz, fakat biz Avrupalı değiliz ki...Çocuklarımızı hayatının bütün safhalarında korumak ve kollamak, onlarla beraberliğimizi sürdürmek vazgeçilmez bir gelenek.
Acaba öyle değil mi?
Bu soruyu canlı bomba “Eser” sözkonusu olduğunda nasıl cevaplayabiliriz?
Önce babasını dinleyelim. Salih Bey, Iğdır’ın bir köyünde yaşıyormuş. 8 çocuğundan 6’ncısı olan Eser 2009’da üniversite imtihanını kazanıyor Ankara’da Dil Tarih’e kaydoluyor... Şimdiye kadar çoktan mezun olmalıydı değil mi?
Dil Tarih, Ankara’da terör paraleli grupların eylem sahası...
Taşradan büyük şehire gelen bir genç kız neden kötü yola düşer?
Şimdi hemen birileri “bu kötü yol değil, o bir düşünce uğrunda öldü” diyebilir.
“O bir idelistti!”
Öldürmek “ideal” olabilir mi?
Eğer bir savaştaysanız, ölmek veya öldürmek konusunda farklı düşünebilirsiniz. Ya değilseniz? Hele de masumları öldürmek sözkonusu ise!
Camiden çıkan, ibadetten başka kastı olmayan insanları öldürmek savaşta bile ideal olamaz!
Ya bu uğurda ölümü göze almak?
Bunun da kabul edilebilir tarafı yok.
Baba Salih Çali, ziraatle uğraşırmış. “Kızım Ankara Üniversitesi, DTCF 3’üncü sınıfta iken örgüte katılmış. Emniyet bana bir gün kızımın fotoğrafını gösterdi. ‘Bu senin kızın mı, örgüte katılmış’ dediler. Ben de ‘Evet benim kızım’ dedim ve ardından Ankara’ya gittim. Ama kızımı aramama ve arkadaşlarına sormama rağmen bulamadım. Onunla en son 2012’nin nisan ayında telefonla görüşmüştüm. O günden itibaren kendisinden hiç bir haber alamadık” diyor…
Türkiye’nin hızlı değişimi sırasında aile kurumunun geçirdiği sarsıntı malûm. Bu sarsıntının babalık üzerindeki tesiri de dikkatten kaçırılmalı. Kızına söz geçiren babalar devri geride kaldı.
Meseleyi düşünürken, bir de buradan bakmalı. Aile kurumunu yeniden güçlendirmek, babanın rolünü yok sayan anlayışı sorgulamak durumundayız.
Baba Salih “Kızım Eser” diyebilse ve iş işten geçtikten sonra değil, baştan itibaren kızını takip etse, terör örgütünün eline düşmemesi için çabalasa idi, öyle sanıyorum ki her şey daha farklı olabilirdi!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.