Hidayet önemini kaybetmese iyiydi
Evimizde Yeni İstiklal’in ve Büyük Doğu’nun ciltleri vardı. Onları babam nasıl temin etmişse etmiş. Fakat, bizim, evcek, gidip bayiden aldığımız ilk gazete Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesidir.
Sonradan, Mustafa Yazgan Mavi Kırlangıç diye bir çocuk dergisi çıkardı. Ben, Mavi Kırlangıç’ı da takip ederdim.
Yine o çocuk yaşlarda, Bütün Dünya dergisine de bakardım. Bizim evde bir sürü sayısı vardı. Orwell’in ‘1984’ünü Bütün Dünya’dan okumuştum. Dergide, ‘Korkunç 1984’ adıyla takdim ediliyordu ve resimlendirilmişti. ‘Büyük Birader Sizi Gözetliyor’ afişleri hala gözümün önündedir.
‘Komünizm’in kötülüğünü anlatıyordu kitap fakat ben bugün baktığımda aynı kitaptan kapitalizmin de, liberalizmin de, değişik ideolojik menşelere ait faşizm çeşitlerinin de kötülüğünü anlıyorum.
Yaşlandım galiba, bir mevzu açtığım zaman bir müddet kapılıp gidiyorum.
Bizim gazetede, Bugün’de, Şule Yüksel Şenler Hanım’ın ‘Huzur Sokağı’ romanı tefrika ediliyordu. Bu romanı da tefrikadan okudum.
Sonra filmi çevrildi. Filmine de gittim.
Bunlar, bizim küçük dünyamızda, büyük işlerdi.
Büyük iş. Mesela, Muhammed Ali, Liston’u dövmüş.
Çok memnun olurduk. Kendimiz dövmüş gibi.
Eller sinemaya gidiyor. Huzur Sokağı, Birleşen Yollar adıyla film olunca işte biz de gittik sinemaya.
İşte, Türkan Şoray ve İzzet Günay, bizi oynadı.
Bu da, Muhammed Ali’nin Liston’u dövmesine benzer bir tatmin sağlıyordu.
Mütedeyyin bir ailenin ilkokuldaki çocuğunu bile nasıl etkiliyor böyle işler!
Hidayet.
Meselemiz bu.
Daha sonra, Oğlum Osman filmine annem babam kardeşlerim, beraber gittik.
Babam, filmdeki Osman’ın ‘cahiliye’ zamanını tasvir eden sahnelerden çok rahatsız olmuştu, hatırlıyorum.
Sonra, rahmetli Yücel Çakmaklı bir de ‘Kızım Ayşe’ filmi yaptı.
Tipik melodramlar. Yeşilçam’ın alışılmış hikayelerinin arasına, Müslümanlığı belirgin bir faktör olarak sokuyorsun.
Filmin sonunda, hidayete ermesi gereken herkes hidayete eriyor. Ermemesi gerekenler de mutsuz oluyor veya bir şekilde neye müstahaksalar onu buluyorlar.
Hidayet filmlerinin sayısı azdı. Sonuçta sinema parayla yapılıyor.
Fakat hidayet romanlarının haddi hududu yoktu.
Biz tabii, edebiyatla ciddi bir şekilde ilgilendiğimiz gençlik çağımızda, o hidayet romanlarını hep küçümsedik.
Birbirinin kopyası öyküler. Olay örgüleri, romancının kolayına nasıl geliyorsa öyle. Lüzum ederse lastik patlıyor. Tam kızın evinin önünde!
Lüzum ederse, kız bir rüya görüyor, romanın yönü yazıcının istediği istikamete dönüyor.
Evet, sanatla pek alakası yoktu o romanların.
Ama, temiz bir tarafları vardı.
Sonuçta, teşvik edilen şey, ‘hidayet’ti.
Diğer Yeşilçam öykülerindeki gibi, kötü, kötüydü, iyi, iyiydi.
Acemice ve baştan savma da olsa, ‘hidayet’in, yani doğru yolu bulmanın güzelliği anlatılıyordu.
Hidayet, başlı başına bir değerdi. Bir anlam ifade ediyordu.
Hidayet öykülerinde hidayetin belli bir çeşidine vurgu yapılmıyordu.
Oğlan aşık oldu, kız oğlanı doğru yola getirdi. Veya oğlan kızı doğru yola getirdi.
İkisi de Müslüman oldular. Tamaam, sen sağ ben selamet.
Nurcu mu oldu hidayete erince, Selametçi mi oldu, Süleymancı mı, başka bir şey mi, bu önemli değildi.
Piyasayı çok iyi takip ettiğim söylenemez. Fakat, zannetmiyorum, eskisi gibi hidayet romanları yazılsın.
Hidayet, önemini maalesef kaybetti.
Bir insanın ‘hidayet üzere’ olması eskisi gibi tek başına fazla bir anlam ifade etmiyor.
Bir insanın iyi veya kötü olması da çok önemli değil.
Önemli olan, ‘bizden’ olması.
Değerler dünyamızdaki bu değişikliğin romanını yazan olur mu acaba?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.