Başkanlık coşkusu neden azaldı?
Malum Türkiye yaklaşık üç yıldır yoğun bir başkanlık sistemi tartışması yürütüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki kararlı tutumunun gerek siyasette, gerekse medya dünyasında farklı mülahazalara ve değerlendirmelere yol açtığı da herkesin malumu. Başbakanlığı döneminde bizzat Erdoğan’ın talimatıyla hazırlanıp o dönemde kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan başkanlık sistemi önerisi bile var.
Kısacası, hem Erdoğan’ın hem de doğrudan AK Parti’nin kendisini kesin ifadelerle başkanlık sitemine angaje ettiği çok net açıklamalar ve değerlendirmeler var. Hafızalarımızı tazeleyelim; Erdoğan 7 Haziran seçimleri öncesi yürüttüğü kampanyayı neredeyse bütünüyle başkanlık sistemine endeksleyerek Türkiye çapında başkanlığın faydalarını anlatmıştı. Gerçi bu kampanya seçim sonuçları bağlamında çok kayda değer bir fayda üretmedi ama, yine de AK Parti sistem değişimi konusunda kararlılığını sürdürdü.
***
7 Haziran 1 Kasım arasında kısa bir dinlenmeye bırakılan bu tartışma, Kasım seçimlerinin sonuçlarıyla birlikte daha bir ete kemiğe bürünmüş olarak gündemdeki yerini aldı. Bu kez o dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu evrensel hukuk normları temelinde ‘kuvvetler ayrılığı’na dayalı, ‘denge-denetleme’prensibinin hukuki çerçevesinin çizildiği modern bir başkanlık sisteminin hazırlanması için kolları sıvadı. Bu çerçevede parti hukukçularından ve akademisyenlerden oluşan bir komisyon kuruldu, ciddi de mesafeler alındı.
Bu arada bütün bunlar olurken AK Parti çevresinde konuşlanan bazı ‘andıç’büroları ahlak ve vicdan sınırlarını zorlayan bir üslupla “Davutoğlu başkanlık sistemi konusunda oyalıyor” iddiasıyla çirkin bir itibarsızlaştırma kampanyası yürüttüler.
Neyse sonuçta Davutoğlu ‘millet iradesi’ne rağmen gitmek zorunda bırakıldı ve gitti. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yüzde yüz uyumlu ve “İlk hedefimiz başkanlık sistemini getirmektir” diyen Başbakan Binali Yıldırım hükümeti var. Artık hiçbir engel yok, belki başından beri olması gereken de buydu. Gecikerek de olsa başkanlık sistemi için bütün yollar açılmış bulunuyor.
***
Ancak şu günlerde sanki başkanlık konusunda bugüne kadar sergilenen o coşkulu tezahüratın giderek solduğu gibi hisse kapılmaya başladım. Belki de yanılıyorum. Ancak şu bir gerçek ki, ilk günden itibaren gümbür gümbür‘başkanlık’ manşetleri atan, başkanlığa yan bakanları ‘hain’ ilan eden görevlendirilmiş medya memurları sanki biraz sessizliğe gömülmüş gibiler.
Eğer başkanlık sistemine kendini adamış medya kuruluşlarının haberlerini, analizlerini dikkatle okursak küçük daireler halinde dönüşler yaptıklarını ve biraz kısık sesle de olsa “Başkanlık olmazsa partili cumhurbaşkanlığı da olur, o da olmazsa şu andaki uyum da fiili bir başkanlıktır” mealinde değerlendirmeler yaptıklarını rahatlıkla görebiliriz.
Demem o ki, şimdilerde artık o coşkulu başkanlık tartışmalarını göremiyoruz. Oysa Türkiye’nin sistem değişimi konusunda konjonktürel bir tartışma lüksü olamaz. Zira cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte çok bariz bir şekilde görüldü ki Türkiye ya parlamenter sistemi ıslah etmek, ya da evrensel hukuk normlarında bir başkanlık sistemini inşa etmek zorundadır.
Muhtemelen şu anda Cumhurbaşkanı’nın tam kontrolünde bir iktidar oluşumu sağlandığı için fiilen başkanlık uygulamasına geçildiği gerekçesi ile biraz ağırdan alınıyor olabilir. Ancak bu tür geçici çözümler Türkiye’nin sistem sorununu temelden çözmüş olmuyor. Diyelim ki şimdilik ‘uyum’ var sorun yok, peki yarın daha fazla uyuma ihtiyaç duyulursa ne olacak? Hep başbakan mı değiştireceğiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.