‘Gök sofrası’nda surat asılmaz
Ramazan-ı Şerif, bizim eksik, kırık-dökük hallerimize bakmıyor. Temiz tabiatıyla, güzel rayihasıyla tastamam geliyor.
Biz sanki tastamammışız gibi, layıkmışız, hak ediyormuşuz gibi, gelip şehirlerimize, köylerimize, hanelerimize yerleşiyor.
Bugün, en çok da bu Ramazan’da, Ramazan’ın gelmesini iple çektiysem de, Ramazan-ı Şerif’i karşılamaya yüzümüz olup olmadığını düşünme ihtiyacı hissettim.
Ramazan her sene semamıza, ruhumuza yaklaşırken bizler seneler geçtikçe uzaklaşıyor muyuz Ramazan’dan?
Dışımız, dış dünyamız, sefil bir kalabalığa maruz kalınca, içimizde ışığa yer kalmadı mı?
Herşeyi alıp-satmakta ileri gittiğimiz gibi, Ramazan-ı Şerif’i de mi elden ele evire çevire, yıprattık, örseledik?
‘Eski Ramazanlar’la hiç alakası yok bu sorgu sualin.
Ramazan, geçmişte yaşanmışsa bile, yenidir.
Fakat biz, eskittik mi Ramazanı?
Kafamızda, kalbimizde, etrafımızda, bu kadar fitnenin fesadın olmadığı, Ümmet’in, her ne kadar yoksulsa da, her ne kadar azlıksa da, daha çok ümitvar olduğu Ramazanlarımız, oldu bizim.
Dinin alınıp-satılmadığı, dinin üzerine abanılmadığı, orucu, üzerine marka, etiket, amblem yapıştırmadan, tertemiz tutabildiğimiz, Şevval hilali görülene kadar muhteşem bir rüyada gibi yaşadığımız Ramazanlarımız.
Ona kavuşmak için, Ashab-ı Kehf uykusuna benzer bir uykuya mı ihtiyacımız var?
Bir uzlete mi?
***
Nereden düştüm Ramazan Hilali gurubumuza doğarken şu gurbet haletinin içine?
Dün, yani Arefeden bir gün önce, büyüğümüz, üstadımız, Sezai Karakoç’un Samanyolu’nda Ziyafet kitabını biraz meşk ettim.
Benim bildiğim, Türkçe’deki en güzel Ramazan kitabı odur.
Ramazan’ın anlamına daha çok yaklaşmak isteyen, tavsiye ederim, ihmal etmesin, okusun.
Orada, ekranlarda arz-ı endam eden reklam mollalarının bilmediği, anlatamayacağı güzelliklere erişirsiniz.
Ramazan’ın nasıl geldiğinin, nasıl gittiğinin farkına daha iyi varırsınız.
Kitaptaki metinlerin çoğu, benim çocukluk yıllarımda yazılmış.
Samanyolu’nda Ziyafet sayesinde, ben, o yıllarıma gittim geldim.
O Ramazanların lezzetini yeniden hatırladım.
Hatırlayınca, Ramazan’ın manasından uzaklaşıyor muyuz diye endişeye kapıldım.
O zamanlarda yok muydu fitne fesat? Vardı ama, şu zamanımızdaki kadar yoktu.
Ümmet’in ahvali dört dörtlük müydü?
Dört dörtlük değildi ama, perişanlık, şimdiki kadar içinden çıkılmaz bir hale gelmemişti.
Kavgamız ağyar ileydi, derdimiz, daha çok ağyardandı.
Ümmet, hiç şimdiki kadar birbirine girmemişti.
Bunların hepsi doğru. Fakat, bunlarla Ramazan’ı eskitmek, eksiltmek yanlış.
Kötü bir şey, Ramazan’ı kem nazarla karşılamak.
Sonra, yine, aynı yolu takip ederek, kapıldığım endişeyi def ettim.
Ne diyor Sezai Bey?
‘Oruç, insanın her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir.”
‘Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır.
‘Yani, Samanyolunda Ziyafet.
Surat asılır mı böyle bir sofrada?
Ramazan, ter ü taze geliyor. Geldi işte.
Hilalimiz doğdu, bin yıl önce doğduğu gibi.
Eğer sende bir ‘mürüvvet’ varsa, kıymetini bil, neyi doğru biliyorsan, öylece haşır-neşir ol Ramazan-ı Şerif’le.
Sana ne, orucun üstüne yapıştırılan etiketlerden, amblemlerden, faturalardan?
Süpür at onları.
Ruhunu Ramazan-ı Şerif’le yeryüzüne indirilen Rahmet’e ve Mağfiret’e tut.
Ramazan-ı Şerif Mübarek olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.