Hocalar ve artistler
Tarih Vakfı’nın bir İstanbul dergisi vardı. Güzel dergiydi, ara sıra okurdum, sonra kayboldu gitti.
Bugün internetten baktım, yayın hayatı 2008’de 64. Sayıda bitmiş.
O dergide okumuştum. Birtakım yazarlar, kültür adamları, İstanbul ile ilgili hayallerini anlatıyordu.
Başkalarını unuttum. Emre Kongar’ın hayalindeki bir bölüm aklımda kaldı.
Belki Kongar’la bir ‘Ayasofya’da Dans’ hatıramız olmuştu. Ondandır.
İstitrad olarak, anlatayım.
Hürriyet’in Kelebek ilavesinde genişçe bir ‘Ayasofya’da dans’ haberi vardı. Haberde, işin, o zamanlar Kültür Bakanlığı’nda müsteşar olan Emre Kongar’ın imzasıyla yapıldığı yazıyordu.
Yeni Şafak’ta, haberi biraz zenginleştirerek tekrar ettik. İbadethanede dansın uygun olmayacağını, heyecanlı ve vurgulu bir dille yazdık. 90’lı yıllardı. Çok yankısı oldu.
Emre Hoca, bize, kimi faksla, kimi mektupla, kimi noterden 5-6 defa tekzip gönderdi.
Biz yayınlamadık. Hatta bir ara ‘Kongar’ın tekzibi yanlış adreste’ diye haber de yaptık. Gerçekten tekzibin evvela Hürriyet’e gönderilmesi gerekiyordu. Biz haberi Hürriyet’ten almıştık.
Buydu hatıramız. Geldi geçti. Belki ondan aklımda yer etmiştir Emre Hoca’nın İstanbul hayali.
Dergi ne yazık ki elimin altında değil. Hafızamı 20 yıl geriye göndererek anlatmaya çalışıyorum.
Şöyle Kongar’ın hayali:
Sultan Ahmet Camii’nde Müslümanlar, bir dini ayin yapacak.
Ayasofya’da da Hristiyanlar bir dini ayin yapacak.
Fakat, ikisi de gerçek ayin olmayacak. İkisi de, sanatsal performans şeklinde icra edilecek.
Ben, bu hayalden etkilendim.
Emre Hoca’nın, her iki ayinin de sanatsal performans olarak icra edilmesine yaptığı vurgu dikkatimi çekti.
Kongar’la alıp veremediğim yok. O, sempatik bulduğum heyecanlı bir (tırnak içinde) ‘solcu.’ (Tırnak dışında solcuların nesli tükendi.)
Ayin ve performans.
İbadet ve performans.
Bir duayı, gerçekten dua olarak yapmak yani Allahu Teala’dan bir şey istemek, yalvarmak, boyun eğmek. Ama gerçekten, içtenlikle istemek.
Ya da, Allah’tan bir şey istemeyi canlandırır gibi istemek.
Mürainin durumu buna benzer bir şeydir herhalde. Allah’a secde etmiyorsun.‘Baba’ya, ‘patron’a, ‘amir’e, ‘lider’e, başka Müslümanlara bunu ‘göstermek’ üzere bir ‘performans’ icra ediyorsun.
Nazik bir durum.
Şimdi, ekranlarda malum, molla bolluğu var.
Bu mollalar, bilhassa Şehr-i Ramazan’da uzun uzun konuşurlar. Nasihat ederler, dua ederler...
Bu yaptıkları, bir ‘ibadet’ midir, yoksa ‘performans’ mı?
Diyelim, aynı konuyu birinci anlatışları ‘nasihat.’ İkincisi, üçüncüsü, dördüncüsü, nasihat.
Ya yüzüncü anlatışları?
Ekrana baktığınızda, hocaların yüzlerine baktığınızda, onların ‘artistik’ özelliklerini, görebilirsiniz.
‘Basiret’i olan, samimiyetle ‘tasannu’u birbirinden ayırdeder. (Tasannu’: Yapmacık.)
Bir ipucu.
Çok gürültü edenlerin, pazarlamacılığı kuvvetli olanın ‘zayıf halka’ çıkma ihtimali daha ziyadedir.
Durun hele! Elimizde ‘samimiyetmetre’ milletin peşine mi düşüyoruz?
Şu dakikada, hocaların üstüne üstüne gitmekten vazgeçtim.
Zira, ‘Artist’lik, salt ekranda performans sergileyen hocaların sorunu olamaz.
Biz, hepimiz, yaşarken aynı ‘imtihan’la yüz yüzeyiz.
‘Kulluk’ mu ediyoruz, ‘performans’ mı icra ediyoruz?
Bu sorunun cevabını, insan, kendi kendisine bile kolaycacık veremez.
Verir de, o cevap, ruz-i cezayı değil, bugünü kurtarır. Belki şu fani alemde, o da muvakkaten fayda eder.
Fakat, Ruz-i Ceza’da, hiçbir numara sökmez.
Şu yazı kendisini nereden nereye götürdü!
Demek ki, ‘Kalem, kendini yazıyor.’
(Tırnak içindeki cümle, zannediyorum Sezai Karakoç’un.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.