‘Otorite’yle barışıyoruz, sevinsenize!
Mülaaneci kesimin “aklı başında” sayılabilecek kalemlerinden biri, Suriye’yle iplerin koptuğu ve savaş durumuna geldiğimiz günlerde, “Dış politikada sürgit dostluk olmaz, sürgit düşmanlık da olmaz... Gerekirse savaşırsın, gerekirse barışırsın!” mealinde, yine “aklı başında” sayılabilecek laflar ediyordu.
Doğruydu...
Böyleydi bu işler...
Esad’la neredeyse kankaydık... Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı düzeyinde, 80 civarında temas gerçekleştirmiş, bu temasların verdiği güvenle, Suriye’yi bir parçamız gibi görmeye başlamıştık.
Gelgelelim, bu işin “Muhaberat” boyutu vardı, Baas Partisi boyutu vardı, geleneksel “Suriye dış politikası” boyutu vardı... Rusya’sı, Çin’i, İran’ı, tek başına racon kesmelere fena halde içerleyen İsrail’i ve Amerika’sı vardı.
Görünmez bir “el”in müdahalesi yahut “ittirmesi” sonucu, sürgit dostluk, sürgit düşmanlığa dönüştü. Bu noktaya geldik.
İsrail’le ilişkiler, ha keza...
Sadece “terör” uygulamalarıyla var olabilen, “terör”ü biricik dış politika malzemesi olarak kullanan İsrail’le, 90’lı yılların başında çok iyiydik.
Generallerimiz, İsrail’i suyolu yapmıştı.
Savunma alanında tek ve biricik ortağımızdı...
Silahlarımızın modernizasyonunu bu ülkeye yaptırıyorduk.
Uçaklarımızı uçurabilmemiz için “yazılım”ı bu ülkeden temin ediyorduk.
İstihbarat alanında da ortaktık. Hem karşılıklı istihbarat paylaşıyor, hem de birtakım ortak operasyonlara girişiyorduk. (Gerçi bilgi alışverişi tek taraflıydı, MOSAD istihbarat birimlerimize sızmış, istediği bilgiyi elde ediyor, zırnık bile koklatmıyordu ama bu durumu dönemin yöneticilerine, o yöneticilerin “aymazlığına” verelim.)
O kadar iç içeydik ki, İsrail’in, iç siyasetimizi manipüle etmesine izin bile veriyorduk. 28 Şubat ikliminin oluşmasında İsrail’in hatırı sayılır katkıları vardır.
Sürgit dostluk bir yere kadardı.
Bu durum zarar vermeye başlayınca, yeni dönemin yöneticileri, sınırsız güvene dayalı dostluğu, “ihtiyatlı ve hesaplı” ilişkiye dönüştürdü. Ve “Mavi Marmara” hadisesinden sonra ipler tamamen koptu.
Mülaaneci arkadaşın da belirttiği gibi, sürgit düşmanlık da olmuyordu.
Dostluğun (temkinli ve hesaplı ilişkinin) yeniden tesisi için Türkiye’nin öne sürdüğü “şartlar” (özür dilenmesi, “Mavi Marmara cinayeti”nden dolayı yüklü bir tazminat ödenmesi, Gazze’ye uygulanan ambargonun yumuşatılması) karşı taraftan kabul görünce, ilişkiler yeniden başladı.
Hayır, elbette kimse tükürdüğünü yalamadı.
Kimse kimseye diz çöktürmedi.
Siyaset rasyonalitesi neyi gerektiriyorsa, o oldu.
Kaç gündür okuyup duruyorum: “Babalanmayla, efelenmeyle, zart zurtla dış politika olmaz. Madem anlaşacaktın, niye bu haltı işledin?” deyip duruyorlar, Türkiye çok umurlarındaymış gibi...
Dış politika tam da böyle olur.
İcabında babalanırsın.
İcabında barışırsın.
O an “şartlar” (ülke çıkarları) neyi gerektiriyorsa, öyle davranırsın.
Şartlar öyle gerektirdiği için Avrupa devletleri, iki büyük karşılaşma (iki büyük savaş) yaşadılar. Milyonlarca insan öldü. Bugün aralarında sınır bile yok. Sürgit düşman değiller ama sürgit dost da sayılmazlar.
Fakat merakımı muciptir, “Dış politikada sürgit dostluk olmaz, sürgit düşmanlık da olmaz... Gerekirse savaşırsın, gerekirse barışırsın!” diyen mülaaneci arkadaşlar neden mutsuz?
İsrail’le ilişkiler koptuğunda, “Büyük bir dostu kaybediyorsunuz. Mavi Marmara’yı göndermeden önce otoriteden izin alsaydınız, bunlar olmazdı!” demişlerdi. (Sonradan bu durumu, Türkiye’deki otoritenin altını oymak için kullanmışlardı, orası ayrı.)
Şimdi, İsrail’in yanında pozisyon alarak, “Bu Erdoğan’dan size hayır yok. Sakın barışmayın!” diyorlar.
İşte istediğiniz oldu.
Otoriteyle ilişkiler yeniden tesis edildi.
Sevinsenize!
Üstelik “Güney’deki sevdiğiniz ülke...”
Şimdi sevinmeyeceksiniz de, ne zaman sevineceksiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.