Yaşar-Yaşamaz Nuri!
Ölenlerin ardından, aslında gideni iyi vasıflarıyla yâd etmek için yazılır. Bugüne kadar iyi bildiklerimiz hususunda bir hayli yazdım. Evvela önceki nesilden büyüklerimizi, şu sıralar bizim nesilden kayıpları yazarak uğurlamayı vefa borcu olarak gördüm.
Yaşar Nuri, bizim nesilden, benden iki yaş büyük. Onu hiç ölmeyecekmişcesine ihtirasları olan bir fânî olarak hatırlıyorum. Bin dokuz yüz yetmişlerin başı... Bayram vesilesiyle ilk defa İstanbul’a gidiyorum. Bir süredir yazdığım Hareket dergisi mensuplarıyla tanışmak için... Bayram ziyaretleri Nureddin Topçu ile başlıyor. Emin Işık, Osman Turan, Ali Nihat Tarlan’la devam ediyor. Sinemacı Metin Erksan, romancı Kemal Tahir de ziyaret ettiklerimiz arasında... Orada Cahit Tanyol ve Selim İleri’yi de görüyoruz.
Asıl ilginci belki de Yaşar Nuri ile tanışmamız... Hazret kısa kollu bir gömlekle geliyor...Şişkin pazularını gösteren bir gömlek! Elinde siyah bir bond çanta! Meğer halter çalışırmış! Görünmek ve göstermek ihtirası her halinden hissediliyor. Kocamustapaşa’da küçük bir camide imammış. Hem Yüksek İslâm hem de sosyoloji veya hukuk okuyormuş... Bir havalar, bir havalar...Sonra işe bakın ki, onun bazı tercümelerinin (A. Niyazoğlu imzasıyla, aralarında Mustafa Sibaî’nin İslâm Sosyalizmi de var. Sonra tercümeyi Prof. unvanı ile adını koyarak yayınladı) düzeltilmesi işi bana veriliyor. Hazret Arapçaya ne kadar vakıf, bilemiyorum ama Türkçesi felaket...
O sıralar tasavvufçu takılıyor... Dergide, tabakat kitaplarından tasavvuf büyüklerinin hayatlarını özetliyor ve onların menkıbelerini aktarıyor. Tasavvufla alâkası Hallac’ın Kitabü’t-tavasin’ini tercümeye kadar gidiyor. O tercümeye yazdığı önsöz unutulmaz: “Bize izin verildiği kadarını yazabiliyoruz!” Yani, öyle yüksek mertebelere erişmiş ki, öyle olağanüstü şeyler görmüş ki, biz fânilere kırıntılarını lütfediyor...
Ve bir süre sonra, nedense tasavvuf yolunu terk ediyor! Hani “tam keyfime göre bir hoca buldum” diye bir tanımlama vardır ya, o hesap; seksenli yıllarda Hürriyet’te yazıyor. Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı’nda Balkan tekkeleri ile ilgili yazısı yer alıyor... Bana Hürriyetçileri şikâyet ediyor. Sonra Yaşar Nuri’yi medyadan takip ediyoruz. 28 Şubat döneminde bir kısım medyanın baş fetvacısı kesiliyor. Bir gecede 4-5 televizyon dolaştığı oluyor. Sözü o bırakıyor, Zekeriye Beyaz alıyor. Dinî bilgisini laik çevreleri mutlu edecek, dindarların kafasını karıştıracak şekilde kullanarak şov dünyasına dahil oluyor. Hani ölçü şudur ya: Mümine müşfik, kâfire şedit olacaksın. Yaşar Nuri bunun tersini yaparak kendini kabul ettiriyor.
Sonra Yaşar Nuri’yi medyadan takip ediyoruz. 28 Şubat döneminde bir kısım medyanın baş fetvacısı kesiliyor. Bir gecede 4-5 televizyon dolaştığı oluyor. Sözü o bırakıyor, Zekeriye Beyaz alıyor. Dinî bilgisini laik çevreleri mutlu edecek, dindarların kafasını karıştıracak şekilde kullanarak şov dünyasına dahil oluyor. Hani ölçü şudur ya: Mümine müşfik, kâfire şedit olacaksın. Yaşar Nuri bunun tersini yaparak kendini kabul ettiriyor. Din karşıtlarının dindarlara mesnetsiz saldırılarını o dinî bilgisini kullanarak temellendirdi. Bu alandaki şöhreti onu CHP milletvekilliğine kadar götürüyor. Sonra suçlamalarla CHP’den ayrılıyor. Parti kuruyor. Bu iktidar alanı, asıl iktidar için bir basamak olarak görülmüş olmalı... Onu yıllar sonra ekransız ilk ve son görüşüm İran elçiliğindeki iftarda... Artık o bir parti başkanı, asıl iktidar bir kaç adım sonra! Öyle yüksekten konuşuyor. Hem İranlılara hem Kemalistlere hoş gelecek bir söylem tutturuyor. “İmam Humeyni’ye de haksızlık edildi, Atatürk’e de...” Konuşmanın esası bu... Tabii Hz. Ali’ye, Hüseyin’e de haksızlık edildi... Kendini parti başkanı olarak davet ettirdiği anlaşılan Yaşar Nuri, onlara yaranmak istiyor ama Atatürk’ü ne yapacağız? Adamlar zırvalama dozu yükseldikçe katlanmakta zorlanıyorlar.
Onlar bir kere katlanmak zorunda kalırken, biz iki kere katlanmak mecburiyeti ile karşı karşıyayız... İşe bakın onun konuştuğu kürsünün tam karşısındayım. İlle de göz teması kurup, selâm vermek niyetini hissediyorum; bu yüzden konuşma boyunca hiç o tarafa bakmıyorum. Çıkışta yolumu kesiyor: “Sen Mehmet Doğan değil misin?” Cevap: “Sen Yaşar Nuri isen ben Mehmet Doğan değilim!”
Yaşar Nuri’nin vefatı haberi dine uzak, hatta din karşıtı yayın organlarının manşetlerinde yer aldı. Bir hoca, din bilgini ölürse hangi gazetelerde, televizyonlarda haber olacağı bellidir. Yaşar Nuri’de bu ölçü işlemedi. Her fırsatta dine saldıran, laikçilik ideolojisinden beslenen basın Yaşar Nuri’yi dilinden düşürmüyor. Azılı din düşmanı mevkutelerde, Cumhuriyet, Sözcü başta olmak üzere, bütün laikçi medyada en mühim haber o! Dünya gözü ile görse idi kim bilir ne kadar kibirlenirdi. Aydınlık “Yaşar hocamızı kaybettik.” sürmanşeti ile çıkıyor. Meğer o bir Aydınlık yazarı imiş! Ertesi gün de Aydınlık, Sözcü misüllü gazeteler haberi manşetten vermeye devam ettiler. Aydınlığın manşeti “Aydınlıkçı İslâm bilgini”. Sözcü’de birinci sayfanın dörtte üçü onun kendilerince muhteşem fikirlerine ayrılmış! Yaşar Nuri’yi tebrik etmek lâzım yine de! Hayatında cami görse, sokak değiştiren tipler, onun için cami avlularına kadar geldiler. Sanmayın ki namazını kıldılar; cenaze namazını yine sizin bizim gibiler kılmıştır. Yaşar Nuri bu hayatında din karşıtlarını cami avlusuna kadar getirdi. Bakarsınız, ikinci hayatında (çünkü reenkarnasyonu savunuyor) bu cemaati avludan alıp caminin içine de sokar! Kim bilir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.