Suriyelileri kovalım mı, dursunlar mı?
Evvelsi gün Maçka’daydım. Araplar, Maçka’da ve Doğu Karadeniz’in tamamında.
Ben gözümle gördüklerimi yazayım, Ayder’de Araplar Allahualem Rizeliler’den fazladır.
Uzungöl’e sayfiyeye gelen Araplar, civarın güzelliklerini ortalama bir Oflu’dan daha iyi bilirler.
Bayılıyor Araplar Karadeniz’e.
‘Altından ırmaklar akan bahçeler’in yani Kur’an-ı Kerim’deki cennet tasvirlerinin, fani dünyadaki (yine Allah’ın lütfuyla insana musahhar kılınan) misalleri...
Ruslar, Rus uçağı düşürülmeden çok önce küstürüldü burada. Rus turistlere, açgözlü ve aklı uçkurunda bir Türk imajı çizildi. (Muhakkak azınlıktır, o kötü imajı çizenler. Fakat işte kabahatleri bütün Karadeniz’e yazıldı.)
Oysa bugün Karadeniz’in ekonomisi Arap misafirlerin yaptığı masraflarla durumu telafi ediyor.
Neyse Maçka’dan devam edelim.
Kahvaltıda iki genç, Arap müşterilere hizmet ediyor.
“Adın ne?” dedim, esmer olanına.
“Abdallah.”
“Nerelisin?”
“Min Hamaa.”
Biraz Hama, Halep, Şam sohbeti yaptık.
İyi bir şey Suriyeli çocukların gelip Trabzon’da çalışması. Bizim ilahiyatçılar veya Arap dili talebeleri hem buralarda kullanılacak Arapça’yı bilmezler hem de gelip şu dağlarda garsonluk yapmaya yüksünürler.
Ötekine de sordum adını. O da Abdallah. Meğer, iki Abdallah amca çocuklarıymış.
İyi de, Türkiye’deki Suriyeliler’in sayısı ikiden çok fazla. Aşağı yukarı üç milyon.
Son günlerdeki derdimiz, ‘ne olacak bu Suriyeyiler?’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriyeliler’e vatandaşlık kapısını açması, münakaşayı alevlendirdi.
Biz bilmeyiz, Suriyeliler’in ne olacağını. Allah bilir.
Bana sorarsanız dönsünler Suriye’ye. Gitsinler, evlerinde mutlu mutlu yaşasınlar. Ama nasıl?
Şu anda mümkün değil. Orada bir sürü katil, Esad, IŞİD, PYD... Öldürecek insan arıyor. Aramakla kalmıyor, buluyor ve öldürüyor.
Bizim tuzukurular car car konuşuyor.
“Gitsinler, savaşsınlar.”
Doğru, savaşabilen savaşsın. Ölebilen ölsün.
Ama biz de yaşadık aynı şeyi.
Rumeli’den, Kafkasya’dan hüzünle çekildik. Anadolu’ya dağıldık.
Bolşevik ihtilaline kadar, Harşıt’taki Rus hattını geçebilen, Karadeniz’in batısına yerleşti.
Biz Anadolu’ya keyfimizden mi geldik? Biz, yani Oğuzlar?
‘E ama, onlar biziz.’
Suriye’deki öğretmenin, tapu müdürünün, imamın tayini, 1. Cihan Harbi’nden önce İstanbul’dan yapılıyordu.
Suriyeliler niye biz olmuyor?
‘E ama, biz Çanakkale’de savaştık.’
Doğru, biz savaşmadıysak da dedelerimiz savaştı. Fakat, şu gelen Suriyeliler’in de dedeleri muhtemelen Çanakkale’de savaştı.
Arz Allah’ındır ve Allah’ın arzı geniştir.
Bizim bu yazı-çizilerimiz, güft u gu’larımız, başkalarının ileri geri konuşması, ‘dilek ve temenniler’ faslına girer.
Bir insanın bir başka insanı –mesela Suriyeliler’i, veya Kürtler’i- küçümsemesi, aşağılaması, İblis’in Adem’i veya Ebu Cehil’in Bilal’i küçümsemesinden kalma çirkin bir fiildir.
Hayat kendini empoze eder.
Sen hiçbir tanesini vatandaş yapmasan da bir gün bakmışsın hepsi vatandaş olmuş.
İnsan önlenemez bir şeydir.
Erzurum’da Ceneviz kolonisi var, nereden düşmüşler oraya?
İngiliz Kemal’in torunu Londra’nın belediye reisi, buyurun!
Volga boylarındaki Müslüman Bulgarlar ne zaman Hristiyan oldu, ne zaman Balkanlar’a geldi, ne zaman komünist oldu da Müslüman Türkler’e eziyet etti?
Ben Suriye vatandaşlığını kaybettirmemek, Suriye’deki haklarını muhafaza etmek, Suriye’ye dönme mefkuresini yaşatmak kaydıyla bir kısım Suriyeliler’e vatandaşlık verilmesinde kendi payıma bir mahzur görmüyorum. Eskiden de vatandaştık zaten.
Ama bizim dememiz önemli değil.
Olacak olan olur, vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.