Darbeye karşı “Türk refleksi”!
16 Temmuz menfur darbesine halkımızın gösterdiği tepkiyi nasıl anlamalıyız? Bu tepkiyi sırf şahsî hürriyetlerin korunmasıyla, günlük çıkar hesabıyla ve hatta demokrasi muhabbetiyle ilgili görmek yeterli olmaz. Bu tepkinin temelinde milletin şuuraltında yer etmiş “devlet refleksi”nin olduğunu görmezden gelemeyiz.
Bu refleks, açık konuşalım, “Türk refleksi”dir! Bazı dostlarımız Türklük’ten istifa ederken neden böyle bir tanımlama yapıyoruz? İnsanların nasıl şahsî meziyetleri, kabiliyetleri, üstünlükleri veya fena tarafları varsa, kavimlerin, milletlerin de bazı öne çıkan nitelikleri vardır. Zihnimizi dünya coğrafyasında gezdirirsek, her kavimle/milletle ilgili bazı kanaatler zihnimize üşüşür. İngiliz’i Fransız’dan ayıran, Alman’dan farklılaştıran nedir? Coğrafya aynı, din aynı, belki mezheb de aynı. Fakat karakter farkı olduğu şüphesiz. Bu karakter farkının sadece biyolojiden, genetikten kaynaklandığını düşünmemek lâzımdır. Gelelim Türkler’e... Türkçenin taşa kazınmış bilinen ilk metinlerinden 125 yıldır fiilen haberdarız. 1300 yıllık bu metinler diğer kavimlerde olduğu gibi ne masaldır, ne efsanedir, ne destandır ve ne de aşk şiirleri, hikâyeleridir. Göktürk Devleti’nin hükümdarlarının yüzyılları aşıp bize ulaşan ve bugüne de çok şey söyleyen karakter tahlilimiz ve vasiyetleridir.
Bize ulaşan ilk Türkçe metinler düpedüz siyasî metinlerdir, devlet metinleridir. Devlet tarifi, millet tarifi bu metinlerin esasını teşkil eder. Göktürk Kağanı “aç milleti doyurdum, fakir milleti zengin ettim, az milleti çok kıldım” der. Bu metinlerde il ve töreye bilhassa vurgu yapılır. İl “devlet” demektir. “İl olmak” devlet olmaktır. Töre, devleti ve nizamı ayakta tutan kaidelerdir. İlin ve törenin bozulması, devletin kaybedilmesi demektir. Bu yüzden Göktürk kağanı, “Türk Oğuz beyleri, millet işitin; üstte gök basmasa, altta yer delinmese, ilini töreni kim bozabilir? Türk milleti düşün (uyan, yahut da vazgeç)!”
Düşünmeyenin, uyanmayanın akibeti de bu metinlerde açıkça ifade edilir: Kağanını (yöneticisini, önderini) kaybetmek, ilini (devletini) kaybetmek...Yani, istiklâlinden olmak ve “beylik evlatları kul olmak, hanımlık kızları câriye olmak...” 16 Temmuzda halkı meydanlara döken esas olarak şuur altımızda yüzlerce yıldır yer eden devleti kaybetme insiyakıdır. Devlet kaybedilirse, herşey kaybedilir! Halk devletin bir beka meselesi ile karşı karşıya olduğunu görmüş ve tepkisini sokaklara, meydanalara çıkarak, darbecilere karşı göğsünü gererek göstermiştir. Türkçenin İslâmiyet’ten sonra ilk büyük edebî eseri Kutadgubilig de bir devlet metnidir! “Mutlulukbilgisi”, bu “devlet bilgisi”dir. Adaleti hâkim kılmak, halkın refahını sağlamak devletin işidir, devlet vazifesini yaparsa, halk mutlu olur. Türkler, yüzyıllar içinde Orhun yazıtlarını okuma bilgisini kaybettiler, alfabesini unuttular belki, fakat ma’şeri şuurlarında hep o “bilge” kağanların öğütlerini taşıdılar.
Türklerin müslüman olması İslâm dünyasında yeni bir dönemin başlangıcıdır. İslâm devleti, onların bayrağı teslim almasına kadar Araplar eliyle ayakta tutuldu. Fakat bu dönemin sonuna gelinmişti. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat’a giderek şehrin kapısında atından inip yaya olarak halifenin sarayına varıp bağlılık bildirmesi aynı zamanda İslâm dünyasında devlet yönetiminin Türklere tevdi edilmesi anlamı taşıyordu. Artık o, halifenin beyanıyla “dinin direği ve dünya sultanı”dır... 20. Yüzyıla kadar İslâm dünyasını yöneten hanedanların Türk asıllı olması nasıl bir tesadüftür? Hind kıt’ası yüzyıllarca Timur’un torunları tarafından yönetildi, İran önce Safevî hanedanı, sonra Kacar hanedanının yönetimindeydi. Batının hâkimi ise Osmanoğulları idi...
Burada “Türk” kavramına açıklık getirmeke gerekiyor. Türk etnik bir adlandırma değil, ta Göktürklerden beri kültürel-siyasî bir tanımlamadır. Göktürk Kağanlarının devlet için kimlerle savaştıklarını hatırlamalıyız: Oğuzlar, Dokuz Oğuzlar, Kırgızlar, Karluklar, Otuz Tatarlar... Bu yüzden Türklük kan üzerinden değil, kültür üzerinden yürür. Osmanlı Devleti bu anlayışı esas aldı. Bu yüzden Anadolu’dan devşirilen Sinan ile Sokol’dan devşirilen Mehmed Paşa, İstanbul’da sadece müslüman değil, Türk olarak vardırlar. Şimdi Sinan’a etnik kökenine bakıp “Rum”, Mehmet Paşa’ya “Sırp” mı diyeceğiz? Osmanlı Devleti’nin yönetim kademelerininin en üstünde yer alan, sadrazamlık yapan Rum, Arnavut, Slav, Sırp, Gürcü, Boşnak... İdareciler devleti bu kimlikleriyle mi yönettiler? Türkiye etnik, ırkî yönden değil, kültürel ve siyasî yapı itibarıyla Türk’dür. Bu coğrafyada, yüz yıldır esas olarak Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen etnik kimlikleri farklı nüfusun bu toprağın yerleşik nüfusu ile kaynaşması sonucu bir terkib oluşmuştur. Bu terkibe rengini veren müslüman Türk kültürü ve siyasî yapısı, devletidir.
Türkiye’de sadece müslüman unsurlar Türk kültür dairesinde değildir, gayri müslimler de bu dairenin içindedir. Türkiye’de Türk olmak, başka etnik mensubiyetlere sahip olmayla çelişmez. Ve bir darbeye böyle bir tepki ancak Türkiye’de verilir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.