Tanrı yok, generaller var!
(Darbeci generallerin ruh ve tavırlarını, zihniyet ve duruşlarını tenkit ve tahlil eden “Generaller” serisi yazılarımızda şerefli Türk Ordusuna, Türk Silahlı Kuvvetlerinin subay ve askerlerine, Mehmetçiklerine yönelik zerre kadar ima ve ihsas, tahkir ve tezyif ve de yıpratma maksadı gözetmediğimizi, gözetmemiz için hiçbir sebep olmadığını, olmayacağını; bilakis “General” serisi yazılarımızın tek gayesi şerefli Türk ordusu ve askerlerinin tarihten bugüne yüklendikleri vazifelerle devlet ve millet birlikteliğinin temel ayaklarından biri olduğuna inanarak, güzide ve fedakâr Türk ordusunun mensuplarını darbeci generallerden tefrik etme gayretidir)
Generalleri analar doğurmamıştır. Anasız ve babasız olarak zorbalık tanrısı yaratmıştır? Generaller inandıkları pozitivist “tanrıdan” üstündür. “Tanrı” gibi bir güce sahiptirler. “Tanrının” yeryüzündeki zorbalarıdırlar. “Tanrının kırbacı” olduklarına, “tanrı” gibi gökte yaratıldıklarına, dolayısıyla egemenliğin kayıtsız şartsız ilelebet kendilerinde olduğuna inanırlar.
Generaller bizim gibi insan mıdırlar? “İnsan olduğunu unutma!” dediğinizde kızarlar. Fâni olduklarını ve musalla taşını bilmezler. Generallerin tanrısı böyle yaratmış onları. Kendilerini kutsamamızı, tek kurtarıcı olarak bilmemizi, kendilerine adanmış insanlar olmamızı isterler.
GENERALLER ULUDUR, GENERALLER ULUDUR
Tören ve generaller; hayatları bu iki kelimededir. “Tanrı yok, generaller var” diye alkışlanırlar her sabah törenlerde. Tanrı-general olmanın en önemli hususiyeti darbecilik ruhundan vazgeçmemek. Tanrı-kişiliklerinin kutsanmasını istiyorlar. Generaller uludur, generaller uludur! Haydi tapınmaya...
Generaller, rütbelerinden elde ettiği güçle ve şuur altlarında biriken düşünceyle homo-tanrıya, yani tanrılaşan insana dönüştüler. General unvanı İngilizce “Cenırıl” kelimesinden taklit edilmiş; “genel komuta o kişide” demekmiş. Asırlardır devletlü büyüklerden biri olarak bildiğimiz “paşa”yı zarfıyla ve mazrufuyla general yaptılar.
Binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, başçavuş, çavuş, onbaşı gibi rütbelerin İngilizce karşılığı ile değiştirilmemesindeki gerekçe ise şöyleydi: General unvanının güç ve karizmasına ortak koşulamaz ve onların tek egemen oluşlarına zül getirilemezdi. Diğer rütbeler ancak devletin tanrısı generallerin dişlileri olabilirdi ancak.
Generaller Frenk diyârının zihniyet ve usullerini cebren ve hile ile ülkemize taşıdılar. Altı asırlık ordumuzu laik-devrimci, yâni darbeci kimliklerine uygun hâle getirdiler ve bin yıllık irfanımızı ve medeniyet değerlerimizi ılga ettiler. Devletin bizatihi kendisi olduklarına inanırlar. Çünkü generaller tanrı-egemendir, devletin kendisi ve dinden arındırılmış ulusalcı Cumhuriyetin bânisidirler...
“Güç bizde” diyen generaller totaliter ve emreden bir ruh olarak ilelebet hâkim olarak kalmak isterler. Kibir âbidesidirler, naklen ölümleri viski yudumlayarak ekranda seyretmeyi sever, içki sofralarında eksik olan bir meze için uçak ve tank kaldırırlar.
SOSYAL DARVİNİST ASKERLİK RUHU TAŞIRLAR
Generaller faşist ve sosyal darvinist bir askerlik ruhuna inanırlar. Asker ocağını Peygamber ocağı olarak bilip askere gidenlerin anlayışını ve şehit olan askerlerin din-i mübin inancına bağlı olarak şehit olmalarını “irtica” olarak görürler.
Generallerin ruhu merhametle, sevgiyle, millet değerleriyle uyuşur mu? Frengistan’dan bulaşan laikleşmiş generallik ruhu, Asakir-i Muhammediye ruhundan izler taşır mı? Yürekleri yanında mıdır generallerin? Bir memleket türküsü, bir şehit ağıdı dinleyince gönülleri sızlar mı?
Ülkemizin Güneydoğu’sunda yaşanan savaşta şehit düşen asker cenazelerine ağlayan annelerin gözyaşları için bir tanrı-general, “Annelerin feryatları terörle mücadeleye katkı sağlamaz, toplumdaki ayrışmayı besler, askerlikten soğutur” dediğinde generallerin kıyameti başlamıştı. Tanrı-generallerin amel defterleri sol taraftan açılacak ve kendileri inanmasalar da bütün şenî fiillerinin hesabı rûz-ı mahşerde görülecektir.
Pagan tanrılar gibi generallerin kalpleri ve vicdanları yok. General mantığı şehit annelerinin feryatlarını terörle mücadeleye “katkı sağlamayacağını” hesap eden sosyal darvinist mantıktır. Askerlikten soğumak ne demek? Hâşâ dinden çıkmak mıdır? Aile ve namusu reddetmek midir? Ülke ekonomisinin çökmesini istemek midir?
Böylesine hastalıklı ve ölümseverlik kokan bir sözü ancak Frenk diyârının çılgın generallerinden Hitler ve Mussolini söyleyebilirdi.
-----------------------------------------------------------------
FERAHLATICI BİR YAZI
Ey azizan!
Darbe gündemi dolayısıyla sizlerle gönlümüze sürur veren nükteli, zarflı ve sohbetli yazılarla hoşbeş edemez olduk. Darbecilere darbe yapan milletin sevincini ve acısını paylaştığımız, diğer yandan PKKHDP savaşında her gün şehitlerin geldiği yaslı günlerdeyiz. Fakat bu hafta bir havadis var ki birkaç yıl öncesine götürdü gönlümü.
Şair ve fikir adamı Memduh Atalay dostumuzun Maraş’tan çıkıp tâ Sivaslara fikrin serin mıntıkalarına seyahat eylediğini duymuştum. Habere göre, İsmail Fakirullah Hazretlerini ziyaret ederek, türbesi ve külliyesinde gönlünü âbad etmiş… Fakiri bilen bilir nasıl duygulandığımı…
Bir zamanlar, fikir ve gönül dostum İsmail Göktürk, fakiri de alıp ülkemizin Güneydoğu’sunda bin yıldır bu vatan ve millet için tasarruf eden insan-ı kâmillerin, mübarek zatların mekânlarını ziyaret etmeme vesile olmuştu. Veysel Karani Hazretleri, Şeyh Şehmus Hazretleri gibi onlarca zatların türbe ve külliyelerine vasıl oluşuma vesile olmuş, gönlümü bahtiyar kılmıştı.
Sadede geleyim. İsmail Fakirullah Hazretlerinin medfun olduğu Tillo ‘nun (Aydınlar’ın) tabelasını görmüş ve içime bir sızı düşmüştü. Fakat ki dolaşılmadık yer kalmamıştı. Vakit bitmiş, dönmek gerekiyordu. Nasip olmadı.
Oysa İsmail Fakirullah’ı kitaplardan okuyunca (ömrüm hep teorik geçecek herhalde) Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu meselesini çözecek kanaat önderi modellerinden biri demiştim. Meftun olmuştum bu zatın cerbezeli meşrebine ve diline. Hem derviş, hem âlim ve şeyh, hem de alabildiğine hayatın her sahasında cemiyetçi... Aşiretleri ve küskünleri barıştırır, tarlasında çalışır ve dergâhında gönül tâlimi yaptırır, ilim dağıtır. Düşünün talebelerinden biri İbrahim Hakkı Hazretleridir…
Hâsılı, devletimiz Güneydoğu insanını PKKHDP’nin şerrinden uzak tutmak için cerbezeli ve devlet-i aliye’ye bağlı bu zat gibi kanaat önderlerinin çizgisini taşıyanları bulmalı. Yeni neslin tanımasını dilerim. Hülâsa ettiğimiz şu satırlar, o mübareği sevmeye yeter:
İsmail Fakirullah Hazretlerinin câmiye gelmediğini gören cemaat, onu aramaya başlar. Onun kuyudan gelen sesini işitirler. Kuyuya inen biri Fakirullah Hazretlerini kuyudan çıkarır. Kuyudan çıkarıldığında sarığı başında, terliği ayağında ve kaşındaki ufak sıyrık haricinde vücudunda herhangi bir yara veya kırık yoktur. Herkes heyecanla kendine bakar, fakat o olup bitenlerin farkında değil, kuyuya düştüğü sırada mânevî olarak bulunduğu mecliste muhabbet ve ilahi aşk şarabının tesiriyle cezbe hâlindedir…
Kendisini kuyudan çıkartmak isteyenlere, “Beni kendi hâlime bırakın. Artık benim sizinle işim kalmadı, benden uzaklaşınız’ diyerek kendisini mânevî mecliste hazır bulunan evliya ruhlarıyla baş başa bırakmalarını ister. Kuyuya düştüğünden haberi olmadığını, ancak kuyuda bulunduğu zaman zarfında, Allah’ın tecelliyatına müstağrak olduğunu, birçok evliyanın ruhlarıyla tanıştığını ifade eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.