Kadıyaniliğin, Bahailiğin bir üst modeli
‘Brezilya Seyahatnamesi’ni ilk daima ‘ağabeyim’ saydığım Hasan Aycın’dan işitmiştim.
Galiba kitapla Ahmet Özalp’in ilgilendiğini söyleyen de Hasan Abi’ydi.
Ahmet Özalp, yaptığı her işi güzel yapar.
90’ların başında, SES Yayınları’nda Ahmet Özalp’in sadeleştirdiği Bağdatlı Abdurrahman’ın Brezilya Seyahatnamesi’ni bastık.
Okuyanlar hatırlar, bundan yaklaşık 150 sene önce iki Osmanlı gemisi fırtınaya yakalanır, Atlas Okyanusu’nda yollarını kaybederler. Brezilya sahillerine sürüklenirler.
Gemiler Rio’da iki ay kadar kalır.
Limanda siyahi insanlar, gemideki askerlerin namaz kıldıklarını görürler. Bazıları askerlerin namazına iştirak eder.
Adamlar Müslümandır. Abdurrahman Efendi onları irşad için bir müddet Brezilya’da kalır.
Nesillerdir köle olarak yaşayan Afrikalı Müslümanlar, fırsat buldukça dinlerini öğrenmeye çalışır. Namaz, oruç gibi bazı ibadetleri öğrenmişlerdir. Ama yalan yanlış.
Müslüman olmak için bir miktar para ödemek gerekmektedir, falan filan.
Bu, Abdurrahman Efendi’nin gözlemleri.
İsmi Ahmet olan bir Yahudi tercümandır, o zencilere İslam’ı öğreten.
Ahmet, Abdurrahman Efendi’nin sözlerini de insanlara yanlış tercüme etmektedir.
Abdurrahman Efendi bunu fark edince Portekizce öğrenir. Tercümanı devreden çıkarır... İla ahir.
Mütercim Ahmet, anladığım kadarıyla bir ‘siyonist misyoner’ değil. Bir tezgahla, bir acayip projeyle alakası yok.
Sadece bir üçkağıtçı.
İslam’ı kullanarak, oradaki mazlum ve masum Müslümanları aldatarak geçimini sağlıyor.
Basit bir üçkağıtçı ile bir uluslararası proje arasında büyük farklar vardır.
‘Uluslararası proje’nin üçkağıtçısı mutlaka mütercim Ahmet’ten çok daha gelişmiş, çok daha sofistike bir üçkağıtçıdır.
Bu tür büyük üçkağıtçılığı daha iyi anlamak için mesela İran’da icat edilenBahailik’e veya Hindistan’da neşv ü nema bulup dünyaya yayılan Ahmedilik’e veyaKadıyanilik’e bakılabilir.
Ben baktım.
Bakınca bizim FETÖ’nün onlardan daha iyi çalışılmış, geliştirilmiş bir ‘üst model’olduğunu düşündüm.
Bahailer de, Kadıyaniler de o zaman kimler dünyanın patronuysa onlara hizmet etmişler.
Kimdi dünyanın patronu?
İngilizler.
Her ikisi de ‘mehdi’lik, ‘mesih’lik, ‘kurtarıcı’lık kavramlarını kullanmışlar.
Hatta biraz daha ileri giderek ‘peygamber’lik iddiasında da bulunmuşlar.
Bu sebeple Kadıyaniler ve Bahailer Müslüman toplumlar içinde fazla kök salamamışlar.
İslam’ı çok tahrif ettikleri için Müslümanlar tarafından kolaylıkla teşhis edilmişler ve zamanla İslam-harici uluslararası organizasyonlara dönüşmüşler.
Batı’dan daima destek almışlar, Batılılar tarafından teşvik edilmişler, ödüllendirilmişler.
İkisinin de İsrail’le kuvvetli sayılacak irtibatları olmuş.
İkisi de Batı’yla eğilip bükülerek, hürmetkar, Batı’nın değerlerine perestiş eden bir ilişki tarzını benimsemişler.
Feto ise görünen yüzüyle dini fazla kurcalamadı. Söylemlerinde herkesin aşina olduğu İslam anlayışının fazla dışına çıkmadı.
‘Dinler arası diyalog’ gibi milletin kulağını tırmalayan projeleri fazla dillendirdiler ama bu da avam arasında fazla kuşku çekmedi.
Bu yüzden toplum tarafından uzun zaman teşhis edilemedi.
Feto’nun yaptığı daha gizli, daha sinsi bir tahrifat.
Mesela ötekiler gibi ‘peygamber’ sıfatını bizzat kullanmıyor. Ama içinde -haşa- Peygamberimiz’in olduğu rüyalar vasıtasıyla örgütlenmede, himmet düzeninde, üçkağıtçılıkların, hırsızlıkların, soru çalmaların, hak yemelerin meşrulaştırılmasında peygamberlik makamını kullanabiliyor.
Örnekler çoğaltılabilir. Biz bugünlük bu kadarla yetinelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.