Kolay olsaydı adı adalet terazisi olur muydu?
FETÖ ihanet çetesinin 15 Temmuz’da işlediği melanet yüzünden tarifi imkansız bir travma yaşıyoruz. Muhtemelen beş on yıl daha bu travmanın izleri devam edecektir.
Neredeyse iç savaşın eşiğinden dönülen bir ülkede hem adalet terazisini düzgün tutup hukuku işleterek darbecileri, ihanet çetelerini yargılayacaksınız, hem de toplumsal fay hatlarının kırılmasına yol açabilecek mağduriyetlere
izin vermeyeceksiniz.
Doğrusu hiç kolay değil, ama kolay olsaydı adı ‘adalet terazisi’ olur muydu...
Bugün özellikle Batı dünyasından gelen OHAL uygulamasına yönelik eleştiriler karşısında canımız sıkılıyor, öfkeleniyoruz. Denebilir ki, adamlar ne yapsın, dışarıdan bakınca fotoğraf öyle görünüyor. Öyle görünüyor olabilir ama 15 Temmuz gecesini onlar değil, biz yaşadık. Ayrıca unutmayalım, Batı o gece yüksek bir demokrasi bilinciyle tankların önüne yatan sivil halkın yanında değil, maalesef cuntacıların safındaydı. Dolayısıyla bugünkü eleştirileri, Türkiye halkı nezdinde biraz hariçten gazel okumak gibi oluyor.
Ancak demokrasi sınavını kaybeden Batı’ya rağmen, Türkiye adalet terazisini düzgün tutmak zorunda. ‘Kurunun yanında yaşın da yanmasını’ önlemek elbette hiç kolay değil. Dünyada eşi benzeri olmayan bir ihaneti yaşadık. Şehitlerimiz, gazilerimiz var, bu ihanetin cezasız kalması vicdanları yaralar. Dolayısıyla devletin kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş bu Fetullah çetesinin hak ettiği cezayı alması ve devletten tasfiyesi hem millete olan bir borç, hem de demokrasi vecibesidir.
Kısacası önümüzde askerden, bürokrasiye ve sivil ayağına kadar onbinleri, yüzbinleri bulan bir tasfiye listesi var. Büyük mağduriyetler oluşturmadan, kuruyu yaştan ayıracak gerçekten zor bir süreçten söz ediyoruz. Eğer Türkiye adalet terazisi şaşmadan hukuk içinde bu beladan kurtulabilirse, hepimizi gururlandıracak bir demokrasi destanı daha yazmış olacaktır. 15 Temmuz gecesindeki sivil direniş bilincine de bu yakışır.
İşte tam da bu yüzden bütün bunları yaparken geniş toplum kesimlerinde kuşku, itham ve güvensizlik ortamı oluşturacak marazi bir durumdan olabildiğince uzak durmakta yarar var.
Henüz yaranın taze olduğu günlerde doğal olarak hızlı hareket etmek gerekiyordu, bu yüzden de ister istemez ‘at izinin it izine’ karıştığı bir süreç yaşandı. Artık devlet aklının devrede olduğu daha kurallı bir döneme girdiğimizi
söyleyebiliriz.
Bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan valilere çok açık bir ifadeyle, “Sadece adil davranmanızı istiyorum. Değerlerimizde zulüm yoktur. Ne tek bir terör örgütü mensubunun devlet içinde kalmasına, ne de tek bir mazlumun zarar görmesine izin vermeyecek bir hassasiyetle çalışmalarınızı yürütmelisiniz” diyerek devlete yakışan hassasiyetin
altını çizmiştir.
Neredeyse her konuşmasında kurunun yanında yaşın da yanmaması konusunda uyarılarda bulunan Başbakan Binali Yıldırım, isimsiz FETÖ ihbarları ile ilgili olarak bir genelge yayınlayacaklarını açıklarken son derece önemli uyarılarda bulundu:“Birbiriyle hesabı olanlar, birbirinin yerinde gözü olanlar ismini gizleyerek ihbar ediyor. Biz ismini yazmayan ihbarların dikkate alınmaması için bir genelge yapacağız. FETÖ belası da biraz başımıza böyle geldi.”
15 Temmuz sonrasında siyasi iktidarın omuzlarında iki ağır yük var. Birincisi; bir taraftan yaraları sararken FETÖ çetesini hukuk içinde mahkum etmek, ikincisi ise demokratik ve ekonomik alandaki değişime hız kesmeden devam etmek. Bunun için de başta mini anayasa paketi olmak üzere bazı temel sorunları muhalefetle ortak bir zemin oluşturarak çözmekte yarar var. Bu bağlamda Başbakan BinaliYıldırım’ın CHP lideri Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşme, yeni sürece katkı açısından son derece önemli.
Unutmayalım, siyasette ‘diyalog hattı’nın açık kalması hem parlamenter demokrasinin kalitesini artıracak, hem de toplumsal uzlaşmanın harcını sağlamlaştıracaktır. Şu günlerde buna o kadar çok ihtiyacımız var ki...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.