Din dilimize yeniden bakmalıyız
Diyanet İşleri Başkanı’nın din dili de önemlidir, beden dili de. Bir cami imamının, bir vaizin hakeza din dili de önemlidir, beden dili de.
Bir dini cemaat önderinin din dili de önemlidir, beden dili de.
Hatta bir noktada beden dilinin, din dili olarak algılanma ihtimali vardır.
Dindar bir anne - babanın din ve beden dili, çocuğun din ile ilgili algısının - bilincinin oluşmasında hayati önem taşır.
Mesele her zaman önemliydi, ama dinle bağlantılı bir yapının içinden darbe girişiminin çıkmasından sonra çok daha hayati hale gelmiş bulunuyor. Çünkü insanların “dînî” diye nitelenebilecek her müesseseye yönelik sorgulama katsayısı yükselmiştir.
Aslında yukarda sıraladığım her kişi veya müessese, kendi etki alanı çerçevesinde kendi din diline bakmalıdır. Ancak biz, sıcak gündemin ana aktörü olması sebebiyle “Cemaat” konusuna yakından bakabiliriz.
“Cemaat” dediğimiz yapı, mensuplarının dindarlığını korumayı amaçlar, dinin başka insanlara taşınma misyonu demek olan “tebliğ” hizmetine talip olur ve yine dinin her bağlısına yüklediği sosyal sorumluluk görevlerini koordine eder.
Bunlardan her biri son derece hayatidir, hem tek tek Müslüman açısından hem Müslüman topluluklar açısından zaruridir ve çok özel bir itinayı gerekli kılar.
Benim “Din dilimiz” dediğim hadise bununla ilgilidir.
Mesela ilk safhada, mensuplarınızın dindarlığını korumak gibi bir misyonunuz varsa, bu hem doğru din bilgilenmesini gerekli kılar, hem sağlıklı bir dini hayatı yaşama zemini oluşturmayı gerekli kılar.
Mensuplarınız, sizin eğitim potanız içinde Kur’an ve Sünnet’in çerçevelediği sahih bir din telakkisine ulaşabiliyor mu? Ve bu eğitimin üzerine inşa edilecek nezih bir dini kimlik - dindar kişilik edinebiliyor mu?
“Dini bilgi” Kur’an ve Sünnet hassasiyetinden kaynaklanır ve cemaat yapıları, İslam’ın bu ana kaynakları üzerinde son derece hassas olmalıdırlar. Dini kimlik - dindar kişilik ise sıhhatli bir eğitim ortamı bulunmasının mahsulüdür ve normalde cemaatlerin, böyle bir terbiye sistemini müesseseleştirmiş olmaları gerekir. Tarikatlarda “icazet” denen müessese, sağlıklı işlediği takdirde bu kadim disiplini koruyacak niteliktedir.
İkinci safhada, “dinin başka insanlara taşınma misyonu demek olan “tebliğ” hizmeti”nden söz ettiğimizde, din dili ve beden dili çok daha hayati hale gelir. Çünkü sizin ürettiğiniz “Din algısı” birçok insanın yüreğini ısındıracak ya da soğutacaktır. Bu alanın, Müslüman bir ülke olarak kendi ülkemizden, küresel çerçeveye kadar geniş bir sorumluluğu içerdiğini dikkate almak gerekiyor. “Terör”ün İslam’la bağlantılanmasına yol açan yapılar da bir “algı” oluşturuyor, diyelim Açe’deki depreme - tsunamiye uzatılan şefkat eli de bir algı oluşturuyor. Bunlar İslam toplumlarının kollektif beden dilinin yansıması olarak telakki edilebilir. Anne-babalar olarak çocuklarımıza verdiğimiz İslam bilgisinde de titiz olmalıyız, ekranlara, sosyal medyaya, internet ortamına taşıdığımız bilgiler de... Bütün alanlar, kesinlikle sorgulanan bir alanlardır. Paylaştığımız dini bilginin, en sorgulayıcı zihinler dikkate alınarak sunulması, temel hassasiyet olmalıdır. Bu noktada Rasulullah’ın (s.a.v.) “İnsanlara akıllarının alacağı çerçevede konuşun” hatırlatmasını akılda tutmak lazımdır. Ayrıca dini hüviyette bilinen kişilerin, negatif algı oluşturacak davranışlarının da, negatif bilgilenme açısından çok tahrip edici mahiyet taşıyacağı unutulmamalıdır.
...Ve üçüncü safhada “dinin her bağlısına yüklediği sosyal sorumluluk görevlerinin koordinasyonu”nun sıhhatli işlemesi. Bu noktada cemaatlerin hemen yanı başında vakıf müessesesinin devreye girdiğini görüyoruz. Dinin “Yaradılana şefkat” boyutunun bu tür sosyal sorumlulukları görev haline getirdiği biliniyor. Orada da, yardımların toplanmasının ve dağıtılmasının hiçbir şüpheye yer vermeyecek bir “hesap verebilirlik” süreci içinde işlemesi zaruridir. Hatta yaşanan kimi olumsuzluklar sebebiyle, cemaatlerin, bu alanda bir iç denetleme müessesesi oluşturmaları gereği oluşmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.