Cuntacıları değil biraz da Türkiye’yi anlayın
15 Temmuz gibi bugüne kadar hiçbir ülkenin başına gelmeyen büyük bir felaketi yaşadık, bu yüzden de ülkede olup biten her şeye haklı olarak endişe ve korku ile bakıyoruz. Çünkü her taşın altından bir FETÖ çetesinin çıkmayacağının hiçbir garantisi yok. Kuşkusuz bu korku zaman zaman birtakım abartılı davranışlara da yol açıyor olabilir. Hatta FETÖ ile mücadele sürecini zaafa uğratacak sonuçlar da doğurabilir.
Mesela, toplumun belli bir kesiminde “Terörle fiili ilişki içinde olan bazı HDP’li vekillerin tutuklanması normal, ama keşke doğrudan ilişkisi olmayanlar tutuksuz yargılansaydı” gibi bir kanaat var. Elbette dışarıdan bakan gözler olarak bizim kanaatlerimiz daha çok sübjektif değerlendirmeler olacaktır. Doğru olan elindeki kanıtlara ve belgelere göre hareket edecek olan yargının kararıdır. Ancak yine de her şeye rağmen bütün tutuklama ve gözaltıların, ne içeriden ne de dışarıdan kimsenin tek laf edemeyeceği titiz bir hukuki zeminde yürütülmesi her zaman daha hayırlı sonuçlar üretecektir.
TÜRKİYE’Yİ ANLAMAK
İşin hukuki tarafı böyledir ama 15 Temmuz’da darbecilere karşı tek laf etmeden, Türkiye’nin bekasını korumak için attığı adımları yargılamaya kalkan Avrupalılara ne demeli?
Başından itibaren AB üyelerinin Türkiye’deki demokrasi zaafları konusundaki eleştirilerini bir ölçüde anlayışla karşılamaya çalıştık. Ancak 15 Temmuz’da halka silah çeken, tanklarla insanları ezen darbecilere sempati ile bakan, Avrupa’daki PKK’lıları el üstünde tutan AB ülkelerinin bu tavrını hangi demokrasi kriterleri ile izah edeceğiz?
Hele de AB büyükelçilerinin HDP grup toplantısına katılması... Bu, kelimenin tam anlamıyla sömürgeci bir mantığın fotoğrafıdır. Yıllardır Türkiye’yi üyelik için kapıda bekleteceksiniz ve bu konuda en küçük bir iyi niyet adımı bile atmayacaksınız, ama mesele HDP’liler olunca koşa koşa gelip Türkiye’ye adeta ‘ders veren’ bir eda ile fotoğraf vermekten çekinmeyeceksiniz.
Kusura bakmayın ama, bu tablonun Türkiye toplumunda bir karşılığı olamaz. Ne yazık ki bu görüntü toplumdaki Batı karşıtlığını daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Eğer niyetiniz gerçekten demokrasi ise, önce 15 Temmuz’da Türkiye demokrasisine karşı yapılan ihaneti görüp Türkiye toplumunun yaşadığı travmayı anlamakla işe başlayabilirsiniz.
Unutmayalım, yıllardır bu ülkede AB karşıtları “Avrupa Birliği ile Türkiye’yi hizaya sokmak istiyorlar, bu emperyalist bir dayatmadır” argümanı üzerinden toplumda aynı zamanda demokrasi karşıtı bir cephe oluşturma gayreti içinde oldular.
Şu haliyle AB üyeleri tam da bu ulusalcı zihniyete lojistik destek sağlayan bir tavır sergilemektedirler. Bu da yetmiyormuş gibi Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’un “Türkiye’deki durum devam etmesi halinde, Avrupa Birliği olarak ekonomik yaptırımlar dahil bazı önlemleri düşünmek zorunda kalacağız” tehdidi maalesef anlaşılabilir değildir.
MÜZAKERELER TEK YOL
Neyse ki durumun vahametini fark eden Avrupa’dan Türkiye-AB ilişkilerinin selameti için sağduyulu bir ses yükseldi. AB dışişleri bakanlarının Türkiye’yi görüştüğü toplantıda, Avusturya hariç tüm ülkeler Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin devam etmesi gerektiğini savundu. Toplantıda Almanya, “Üyelik müzakerelerinin hızını korumak Türkiye üzerinde etkili olabilmek için tek yol” değerlendirmesinde bulunurken, Fransa, “Üyelik müzakerelerini askıya alarak Türkiye’yle ilişkileri kötüleştirmenin zamanı değil” şeklinde görüş bildirdi. Bu arada, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogherini ise “AB’nin tek kırmızı çizgisi, idam cezasının geri getirilmesi olmalı” şeklinde görüş bildirmiş. Doğrusu Avrupalıların bu kadar endişelenmesine gerek yok, zira Türkiye’de idam filan geri gelmez.
Avrupa dahil hepimizin unutmaması gereken bir gerçek var ki, demokrasi nihai anlamda dışarıdan yapılan dayatmalarla değil, ancak bu ülkenin kendi iç dinamikleriyle sürdürülebilir bir noktaya gelecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.