Vatansızlık, ezansızlık
Vatan, neresidir?
Bu soruya herkes, değişik cevaplar verebilir. Veriyor da zaten.
Verilen cevapların hepsi, cevabı verenin halet-i ruhiyesine göre doğrudur.
‘Vatan’ kavramının, ‘ulus devlet’ kavramıyla yeniden bir muhteva kazandığını göz önünde bulundurmamızda fayda var.
Şimdi söyleyeceklerim, ‘vatan’ın yalın haliyle ilgili.
Yeryüzü Allah’ındır.
Yani, hiçbir yer, bir başkasına ait değildir.
Ancak, güvende olduğumuz, ekmeğiyle, suyuyla büyüdüğümüz, insanını tanıdığımız, sevdiğimiz, yağmurunda ıslandığımız, sokaklarında yürürken yabancı sayılmadığımız, kendimizi yabancı hissetmediğimiz bir yer vardır.
Ayağımızı bastığımız toprak.
Vatan.
Bu kelimenin ne kadar kıymetli olduğunu yeryüzünde en iyi Filistinliler bilir.
Vatanları gasp edildi Filistinliler’in.
Nasıl bir yaradır o, biz, anlamayı çok istesek de tatmadığımız için, anlayamayız.
Nasıl bir gurbettir, Filistinli’nin yaşadığı, nasıl kavurur insanın ruhunu?
Bir Filistinli’nin ‘vatan’ deyişini işittiniz mi hiç?
Neresidir vatan?
Bir cevap: Bayrağımızın dalgalandığı yer.
Olur. Doğrudur.
Şu da bir cevap:
Vatan, Ezan-ı Muhammedi’yi işittiğim yerdir.
Ezan okunmasa, belki de gökyüzü kaybolur.
Biz farkında değiliz, büyük bir nimet dolduruyor semamızı, her gün, beş vakit.
Nerede olursak olalım. Ne kadar uzakta, ne kadar değişik iklimde olursak olalım.
Ezanı işittiğinizde, adresinizi bilirsiniz.
Bu gökyüzünün sizi tanıdığını hissedersiniz.
Kudüs’te, yani vatanları gasp edilmiş, bir Mescid-i Aksa’ları, bir de ezanları kalmış Filistinliler’in –ve elbette hepimizin- mübarek şehrinde, ezanın insanların işitebileceği şekilde okunması yasaklanınca ortaya çıkacak boşluğu tahayyül etmeye çalıştım.
(Hoparlörle okumayı tasvip etmeyen Müslümanlar var. Fakat bana, gürültünün şehirleri istila ettiği şu devirde, ezanın işitilebilmesi için başka çare yok gibi geliyor.)
Biz, aşinayız, ezansızlığın sebep olduğu boşluğa. Ve sevmiyoruz.
Hani yasaklanmıştı ezan. Müezzinler, tercüme edilmiş metni aşikare okuduktan sonra, gizli gizli okurlardı Ezan-ı Muhammedi’yi.
Hani, Milli Şeflik devri bittikten sonra, 1950’de, 16 Haziran’da, Ramazan-ı Şerif’in ilk gününde, müezzinler, yıllar sonra ilk kez minarelerden ‘Allahu Ekber’ diye nida edince, bayram yerine dönmüştü memleket.
Bilal-i Habeşi, Efendimiz’in irtihalinden sonra, ezan okuyamaz olmuştu.
Yıllar sonra, bir rivayete göre, Kudüs’ün fethedildiği gün Hz. Ömer’in ricasıyla, bir başka rivayete göre, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isteği üzerine, çıkıp ezan okudu.
O gün, Medine-i Münevvere nasıl coştu.
Öyle sevinmişti millet, 16 Haziran 1950’de, ikindi vaktinde ezanı yeniden işitince.
Mustafa Armağan, Yaşar Tunagür’den aktarıyor:
“Sultanahmet Camii’ndeki müezzinler ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber’ diye haykırınca Beyazıt, Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalandı. Aynı makamda biri bırakıyor, öbürü başlıyor. Herkes heyecandan tir tir titriyor, pür dikkat gözü şerefelerde ezanı dinliyorlardı. Bu arada etraftaki küçük cami ve mescitlerden yükselen ezan sesleri ile millet hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.”
İsrail’in ezanı yasaklama teşebbüsü, Filistinli’nin ‘vatan’ını bir daha elinden almak gibidir.
Filistinli vekil Ahmed et-Tıybi, bu konudaki görüşünü ifade etmek için Knesset’te kürsüye çıkınca, ezan okumaktan kendini alamadı.
Sonra, bir başka Filistinli vekil, Talip Ebu Ar’ar… O da Knesset’te ezan okudu.
Farkındalığın işareti, Tıybi’nin cümlelerine yansıyor:
“Ezan, Filistinliler için sadece dini bir ritüel değildir. Ezan Filistinlilerin vatanlarının parçasıdır.”
Vatansızlığı tatmadık ama ezansızlığı tattık.
Öyleyse, bizim Filistinlileri daha iyi anlamamız lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.