Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

Ne’yi yitirdiğini hatırla ey insan!

Ne’yi yitirdiğini hatırla ey insan!

Çağdaş insan, unuttu: Yaratıcı'yı unuttu. Kendini unuttu. Hayatı unuttu. 

Üstelik de bütün ekonomik, kültürel, entelektüel sınırların ortadan kalktığı, her şeyin küre ölçeğinde cereyan ettiği bir zaman diliminde yer-küre'de yer-körü oldu; yer'ini de, kendini de unuttu. 

Sonunda hız, haz ve gelip-geçici arzuların estetize edici yöntemlerleayartıcı, baştan çıkarıcı bir işlev gördüğü devâsâ bir ağ'a hapsoldu!

Bütün bunlar, insan, Hakikati yitirdiği için oldu.

İNSAN, HAKİKATİ NİÇİN YİTİRDİ PEKİ?

İyi de, Hakikati niçin yitirdi modern insan?

Hayata, dünyaya, “eşya”ya bölmeli, parçalı bakan, bütüncül bakamayan modern insan, seküler insan, hayatı sadece bu dünyadan ibaret gördüğü, o yüzden de dünyayı ele geçirme kavgası verdiği için yitirdi hakikati.

Postmodern insan ise, hakikati yitirdiği hakikatini de yitirdi.

Oysa yakıcı gerçek şuydu ama bilemedi insan: Dünyayı dâr / yurt edinenler, dünyayı dar ederler insana sonunda. 

Bu şaşmaz, kaçınılmaz gerçekti. Ve insanlığı büyük katliamların, savaşların, çıkmaz sokakların eşiğine sürükleyen büyük ontolojik felâket'ti.

Ey İnsan!

Ne'yi yitirdiğini hatırla, öyleyse!

NEDİR Kİ, HATIRLAMAK DEDİĞİN?

Hatırlamak, ihtar etmektir: “Nereye böyle ey insan?” diye, önce kişinin kendisini sigaya çekme melekelerini devreye girdirmek...

Hatırlamak, kendine gelmektir. Kendini bulmak...

En zor iş bu! Ama asıl iş de bu yine. 

Önce kendini bulacaksın, kendin olacaksın ki, ey insan, insanlığa insanca yaşayabileceği bir hayat sunma hakkına ve hakikatine kavuşman mümkün olabilsin.

Öyleyse, kendini nasıl bulacaksın ve nasıl kendin olacak, kendini aşacak bir yolculuğa çıkacaksın?

Ne'yi yitirdiğini hatırlama zorlu çabasına soyunarak elbette...

Hatırlamak, seçme melekelerini harekete geçirmektir (=ihtiyar).

Hatırlamak, seçim yapma hürriyetini devreye girdirmektir (=muhtariyet).

Hatırlamak, özgürleşmektir o yüzden: Öz'ü gür'leştirmek, söz'ü güçlendirmek, göz'ü keskinleştirmek...

ÜMMÎLEŞMEK, ARINMAK İÇİN TEMÂŞÂ ŞART

Hatırlamak, durup düşünmektir; öz'e doğru yürümek...

Arapça'da “meşâ”, yürümek demektir. 

Aynı kökten gelen, bizi gök-ekini kök'e, ve asıl kaynağı gök'e yönelten “temâşâ”, başkasıyla birlikte ayakları üzerinde seyr etmek, yürümek, yol almak demek.

Yakıcı soru şu burada: Ne demek “başkasıyla birlikte yürümek”? 

Daha da önemlisi, kim bu “başkası” peki?

“Başkası”, öncelikle sen'sin; unuttuğun sen. Dış ben'in, beden'in değil; İç ben'in, Ruh'un yani.

Temâşâ meselesi, derin bir mesele. Etraflıca kafa patlatılması gerekiyor o yüzden.

Burada şu kadarını söylemekle yetineyim sadece: 

Temâşâ, kişinin kafasını, kafa tasını kaldırıp havaya, etrafa, sağa sola, dış dünyaya bakması değildir. 

Temâşâ, kişinin kendine bakması, kendine akması, kendine ulaşması ve kendini aşması, kendinden taşarak coşması, gürül gürül, çağlaya çağlaya yol alması, ümmîleşme (= arınarak dirilme) yolculuğuna çıkması; sözün özü, bütün kirlerden arınması, yunması, yıkanması, tertemiz bir ruhla ötelerin ötesine kanat çırpması...

BASAR HASARLARI GÖRÜR, BASİRET HİSARLAR ÖRER...

Unutma!

Bir basar vardır, bir de basiret.

Basar, çıplak gözdür.

Çıplak göz, görmez; “ekran”dır; görülenleri yansıtır sadece.

Bunu en iyi, malzemesi görsellik olan, ilk bakışta göze hitap eden resim sanatıyla uğraşan sanatçılar, sanat tarihçileri ve sanat felsefecileri bilirler.

Sözgelişi, çağımızın en büyük sanat tarihçisi Ernst Gombrich, “çıplak göz kördür”, der, tam da bu nedenle.

Çıplak göz, hasarları görür sadece; eşyanın hakikatine nüfûz edemez; onun için başka bir göze, görünenin ötesini görebilen ve gösterebilen bambaşka bir göze ihtiyaç vardır.

Rahman, rahmet sahibidir ve bu görünenin ötesini gösteren gözü de lûtfetmiştir bize: Basîrettir bu: İç göz, derûnî göz; kalple deveran eden, zihinle cereyan eden, zikirle ve şükürle harekete geçen,dirilen ve bizi de dirilten hakikat gözü.

Özetle: Basar, yani çıplak göz, hasarları görür sadece. Basiret, yani kalp gözü ise hisarlar örer insanın önünde; tırmanılacak ve aşılacak hisarlar...

EMANET NEDİR, BİLEMEDİN VE YİTİRDİN...

Promete, tanrılardan ateşi çalmıştı.

Görüldüğü gibi, bunun bedeli çok ağır oldu insanlığa: İnsan kendini unuttu. Tanrı'yı unuttu. Hakikati yitirdi.

Dünyayı orman kanunlarının hâkim olduğu, insanın araçların ve dünyanın kölesine dönüştüğü ürpertici bir cehennemin ortasına fırlattı.

Oysa insan, Yaratıcı'dan emaneti almıştı.

Ey İnsan!

Emanet nedir, bilemedin ve yitirdin.

Emniyetini, tabiî ki kaybedecektin...

Kaybettin de nitekim.

ÇAĞRI'SI ÇAĞ'INI KURACAK ZORLU BİR YOLCULUĞA ÇIKACAKSIN...

Ey İnsan!

Emaneti yeniden hakkıyla üstlenebilmek için çağrı'sı çağ'ını kuracak zorlu, yorucu, uzun bir yolculuğa çıkacaksın... Hakikat medeniyeti yolculuğuna...

Nasıl peki? 

“Okuyarak...”

Okumak'tan kastım, salt bilgilenmek amacıyla okumak değildir.

Okuma, bir hatırlama eylemidir: Ne'yi yitirdiğini hatırlama, emaneti yeniden üstlenebilme soylu yolculuğuna çıkma faaliyeti...

Evet mesele, okumak değildir.

Mesele, yaratılış sınırını okuma melekeleri kazanmak, kelimeleri ruha dönüştürebilmektir...

Ancak o zaman, zamanı aşar, zamanın sınırlarından taşar, çağlaya çağlaya akar, toprağı sularsın...

Ancak o zaman, toprak meyveye durur; insana ne olduğunu, nerede durduğunu, emaneti nasıl olup da yitirdiğini hatırlatan bir ayna olur...

Okuma faslında şunu mutlaka hatırlatmakta fayda var:

Aslolan çok okumak değildir.

Aslolan iyi bir kitabı, döne döne, tabir caizse, adetâ semâ edercesine, hazmede hazmede okumaktır. Çünkü “okumak” “temizlik” operasyonu yapmak, özün özüne ulaşmaktır...

GÜRÜLTÜ, HAKİKATİ BOĞAR, DÜŞÜNCEYİ ÖLDÜRÜR...

Çağımızı kirleten, düşünme melekelerimizi öldüren, insanı sığlığa ve sıradanlığa mahkûm eden yakıcı ve yıkıcı bir olgu var: Gürültü.

İnsanın hatırlamasının, yaratılış sırrını okuma yolculuğuna çıkmasının önündeki en büyük duvar bu.

Unutma!

Gürültü, hakikati boğar, düşünceyi öldürür.

Oysa Hakikat, “sessizlik”te yeşerir... Sessizce hatırladığı ve ulaştığı derûnî ses'i nefes'e dönüştürür ve her dem taze yemişler verir...

Öyleyse ne'yi yitirdiğini hatırlamaya bak... Ve hayatı, eşyayı, dünyayı ama ille de kendini, dolayısıyla yaratılış sırrını okuyarak... hakikate ak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi