Anadolu’da bir “Sokakbaşı”nın romanı
Yarım asırdan fazla hâtıralarım olan bir semtin adı olan “Sokakbaşı” romanını okuyup bitirdiğimde, bu semtin geçen mâzisi gönlüme doldu ve o yılları yeniden yaşadım.
Köyden göçenlerle eski sâkinlerinin harman olduğu bir semtin adıdır “Sokakbaşı.” Şehir yapısını ve kültürünü tam olarak taşımayan bu ilginç semt, yarım asır süren köyden şehre göçün yaşandığı 1950’li yıllarda köylülere ev sahipliği yapan, şehirde iş arayan yoksul köylülere, esnaflık ve hayvan tecirliği yapan becerikli köy çerçilerinin palazlanmasına, şehir hayatının gerektirdiği siyaset dâhil esnaf odalarında yer almalarına vesile olan bir mekândır. Her bakımdan şehrin imkânlarına kavuşma, alışma özelliği taşıyan bir semtti...
Semerkand yayın gurubunun Eşik Yayınları’nda çıkan “Sokakbaşı”, şair ve hikâyeciliğiyle tanınan ve “Seni Yaşamadan Olmaz” (şiir), “Kayık Tepe Operasyonu” (roman), “Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak” (şiir), “Maraş’ın Cezbeli Gülleri” (otobiyografik hikâye) kitaplarını yayınlayan Hasan Ejderha’nın arı duru Türkçesiyle yazdığı bir romandır.
Yayın müdürlüğünü yaptığı, iki kuşak edebiyatseverleri bünyesinde toplayan kültür, edebiyat ve sanat dergisi “Yoldaki Kalemler” in kurucusudur. Sütçü İmam Üniversitesi talebelerinin “Hasan abisi”, müdürlüğünü yaptığı kütüphaneyi, fakirin ifadesiyle “Dergâh Yayın Bürosu” vasfına dönüştüren, merhametli ve güleç yüzlü bir insandır.
Mümeyyiz vasfı kuşların, çocukların ve annelerin şairidir o… “Hasta Anneler Ülkesi” nin şairi olarak bilinir. Memleketin bütün aile ve çocuklarına okutulması gereken bir şiirdir bu… Yazar Ömer Yalçınova’nın dediği gibi “Şiir yazmamış olsaydı bile tepeden tırnağa şairdir.”
“Sokakbaşı” ında, Anadolu’da köyden şehre gelen ve “Nahırönü” nâmıyla ünlenen semtin ve bu semte yerleşen insanların başından geçen trajik ve hüzünlü vakalar anlatılıyor. Roman baştan sona romanın başkahramanı “İhsan” ın gözünden, dilinden ve hayat mâcerası ekseninde kuruluyor.
Köyünü çok seven, fakat Maraş’a okumak için gelen çocuk yaştaki İhsân’ın hikâyesi bu. Romanın başkahramanı İhsan üzerinden Sokakbaşı semtinin özellikleri, insan tipleri ve etraf bilgisi veriyor kitap. İyi, kötü her insan var. İhsân’ın yaşadıkları hepimizin hikâyesi.
Bu şirin ve hüzünlü romanının arka kapak yazısını, kitabın “redaksiyonunu” yapan usta musahhih ve münekkit Mehmet Raşit Küçükkürtül yazmış. Arka kapak yazısı, romanın muhtevasını efradını câmi, ağyarını mâni bir şekilde anlatıyor:
“Sokakbaşı romanı, gündelik konuşmalarda işittiğimiz ‘Anadolu insanının sıcaklığı, samimiyeti ve imanı’nı bizlere menbaından taze ve arı duru bir şekilde sunuyor. Romanın başkarakteri İhsân ile Anadolu’nun bir köyünden çıkıyor, Maraş’a varıyor, onunla birlikte yeniden yetişkinliğe adım atıyorsunuz. Sokakbaşı romanında fakirliği, açlığı ve mahrumiyeti bir ana yüreği hassasiyetinde müşahede eden yazarın kaleminden okuyacaksınız. Sokakbaşı’ında sevgiyi dile gelirse uçup gidecek ürkek bir güvercin, hasreti dağlarda kaybolmuş bir ceylanın soluğu olarak bulacaksınız.”
Bu nefis târif ve tasvirden sonra roman hakkında söyleyeceklerimiz şunlar olabilir: Harmancık Köyü’ndeki insanların bazen acıklı, bazen nükteli, ama içinde her insanın yaşadığı yana yana olan hadiselerin roman diliyle anlatılması okuyan herkese kendi mâzisinden ve yaşadıklarından kareler veriyor, geçmiş hâtıralarımızı bir film şeridi gibi gözümüzde canlandırıyor. Hastalıklı modern romanların bize göstermediklerini gösteriyor.
Şehri- Maraş’ta bir semtin romanı bu. Hasan Ejderha’nın saf, arı duru Türkçesiyle ve yer yer Anadolu insanın mahalli ağzıyla yazdığı ve gerçeklerden hareketle kurgulanmış insan hikâyeleri yan yana. Bir roman bütünlüğünde süren olaylar akıcı bir dille bizi unuttuğumuz eski köy hayatının güzellik ve yoksulluğuna, sonra şehre yani Maraş’taki Sokakbaşı semtine götürüyor. Saf aşktan köyün aksakallarına, çocuk dünyasından hayatın çetinliğine kadar her şeyi yaşatıyor okuyana.
Roman, “Şehre giden yol, Harmancık köyünün sırtını dayadığı Zambak Tepesi’nin köye bakan yüzünden bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla, köyü, tam ortasından ikiye bölerek akan dereye iner…” cümleleriyle başlar ki, sürükleyici bir dil köy ve tabiatı, çevreyi ve insanı tasvir üstüne tasvir yaparak anlatıyor ve köyün âriflerinden Molla Veli’nin başından geçenlerle devam ediyor.
Molla Veli ilginç bir tip. Anadolu hikâyelerinde rastlamadığımız bir insan. Romandan okumak lâzım. 1960 ve 70’li yıllarda köylülerin “Makine” dedikleri vasıtaların ilk kez girdiği dönem… Molla Veli’nin bindiği her araç kaza yapar ve Molla Veli bu kazalardan yara alır veya bir tarafı sakatlanır. Tam dokuz kez peşpeşe bindiği her araç kaza yapar, Molla Veli her kazada olduğu gibi bir tarafı sakatlanır. Sonunda “Makine” ye binmemeye yemin eder.
Cahit, İhsânı’ın şehre okumak için gelene kadar ki can arkadaşı ve yoldaşı… İhsan’ın tertemiz aşkla gizlice bağlandığı “Kırmızı beyaz puanlı elbiseli kız” vardır ki, şehirde de kaderleri birleşir ve aynı okulda okumaya başlarlar…
İhsan’ın, Muzaffer adında kardeşi var. Sokakbaşı’na ilk geldiğinde yanındadır.
İlk kez caddede yürürler, pide fırını ve pastane görürler, soğuk gazoza bakıp bakıp terlerler… Mağazaların camlarından bakarlar, Sokakbaşı’nın büyük bakkallarına bakıp, bakkalda duran çocukların yerinde olmak isterler. İlk kez çok sevdiği bir kitap alır. Sokakbaşı’nda bakkal çocuğunun elinde gördüğü kalın bir kitaba imrenerek bakar. Hamalları görür, hamalların yük indirme taşına konduğunu seyreder. “Hamal Taşı” a yükünü indirip dinlenen bir hamalın elindeki bir salkım üzümü alıp kaçan Sokakbaşı’nın bıçkın çocuğunun ardından baka kalır…
İhsan, Sokakbaşılı olmaya başlamıştır ortaokul yaşında. Her şeye bakar, yemeni diken köşker ilgisini çeker, tuzcu ve bakırcı dükkânlarının önünde durup bir araştırmacı gibi seyreder… “Nahırönü” olarak da anılan Sokakbaşı’nda her sabah nahır, yâni büyükbaş malların arka sokak evlerden toplanıp sürü hâlinde geçişlerini, çarşı esnafının nahırların geçişi sırasında aldıkları tedbirleri, dükkânların önündeki meyve ve sebze tablalarının, çuvalların alelacele içeriye çekildiğini, bazı dükkânların kepenklerini indirdiklerini şaşkınla fakat hoşlanarak seyreder… Nahırlar şehrin dışındaki Gayberli’de otladıktan sonra ikindi üzeri tekrar Sokakbaşı’ndan istilâ orduları gibi geçişlerini de görünce bu manzaraya aklı gider İhsan’ın.
Şâzibey Câmii buluşma noktasıdır. Kaybolmamak için bu câmii merkez kabul eder. Oradan köy garajını bulacaktır. Sonra “Yazı” ya yâni Maraş altı ovasına pamuk ameleliği yapan köylülerinin ve akrabalarının yanına gidip gelecektir. Pamuk tarlalarında çalışacak ve çalışanların mahrumiyeti yüreğine bir topak inecek, “Şehirde çalışmalıyız ve okumalıyız…” diyecek ve hayâlini gerçekleştirecektir.
İhsan’ın, “Mavi beyaz puanlı elbiseli kız” ı tasvir edişi dokunaklıdır: “Kırmızı beyaz puanlı elbiseli kız, çocuklarla birlikte saçları dalgalana dalgalana koşuyordu. Bir gün önce üşüşen kelebekler kızın saçlarında uçuyordu. İhsan, uçuşan kelebekler arasında sanki kızın gözlerinin menevişini görüyordu. Gördüğünü rüya sanıp hayra yoruyordu…”
Köy kamyonunun şoförü Yamuk Ali, romanın kötü ve ahlâksız tipidir. Menfaatçi ve nefsine düşkün biri… Lakabını bu huylarından almış. Kamyon sahibinin eşi Zeybep’e ve yetim kalan kendi çocuklarına ettiği kötülükle karakterleşmiş bir tip… Deli Ayşe, İhsan’ın yüreğinin acıdığı bir masum ve biraz deli bir kadın… Nuh Emmi, Hatçe Ana köyün insanlarından ve İhsan’ın idealize ettiği ve bugünkü nesillerin kavramakta zorlanacağı insan tipleridir.
İhsan, artık, Sokakbaşılı olur ve şehir hayatına karışır. Lise talebesidir ve bir çayhânede çalışır. Harçlığı vardır, istediği kitapları alıp okumaya başlar. Memleket meseleleriyle ilgilenir. 1978 Maraş Olayları’nda başına işler gelir. Şehirde askeri sıkıyönetim hüküm sürüyor. Bir gece sokakta jandarmalar tarafından sorguya çekilip, haksız yere gözaltına alınır. Maddî ve mânevî işkence görür onyedi gün… Tuhaf bir şekilde de serbest bırakılır.
İhsan’ın, gözaltındayken gördüğü rüyalar evinde de devam eder. Rüyası hayırlıdır. Okumak ve “Kırmızı beyaz puanlı elbiseli kız” a kavuşmaktır… Son rüyasında uyandığında Ceyhan ırmağının azgın sularından kurtulmaya çalışıyormuş gibi çırpınır. Elleri annesinin az önce masanın üzerine bıraktığı çap tepsisine çarparak bardakları devirir. Kendine gelir. Duvara dayadığı alnını ovuşturur ve alnında kan vardır. Annesi gelir ve kucaklaşırlar. İhsan, bu rüya sonrası çok sevdiği ve üzerine titrediği annesiyle kucaklaşmasını hayra yorar ve bunu iç sesiyle kaleme alır:
“Anne ile oğulun kucaklaşışı dağları aştı. İki yakası birbirinden uzaklaştı. Vadinin iki yakası uzaklaştıkça Zeynep, Şahin öğretmenin olduğu tarafa yaklaştı. Şahin öğretmenin olduğu tarafa yaklaştıkça Arif’in görüntüsü de uzaklaştı… Uzaklaştı… Uzaklaştı…”
Çaylarını içip annesi mutfağa gidince İhsan masaya geçip “Kırmızı Beyaz Puanlı Elbiseli Kız” diye bir masalı yazmaya başlar.
Hülâsa-ı kelâm, “Sokakbaşı”, yüreğimizin yâresi bizim insanımızın romanı.
-----------------------------------
BİRKAÇ AÇIKLAMA VE BİR MESAJ
Ey azizan!
“Fikir Dükkânı’nın kapıcısı gurbete yollanırken…” adlı yazımızın iki bölümünde yazmayı unuttuğumuz kısımların farkına vardık. İlki, Cüneyt Cesur’un adının unutulması. Metnin aslı şöyle:
“Çeyrek asır var ki Dükkânın kuruluş tarihinden bu yana nice dostlar gurbete çıktı. Dündar Kök, Mehmet Yılmaz, şair-i âzam’ım Mehmet Narlı, Mustafa Günalan, Cüneyt Cesur, Oflu Süleyman ve Somalili Mahmud gurbet sızısıyla yüreğimi yakan dostlardan bazılarıdır.”
Unutulan ikinci bölüme ise Mehmet Yaşar’ın anlatımına aşağıdaki satırlar ilâve edilerek okunmalıdır:
“Dükkânın kapıcısı Ferhat Ağca’yı arıyor. ‘Ağabeye ulaşamadım. Dolayısıyla tercümanı olarak söyleyeceklerimi sana aktarıyorum. Şu an Antep’te ismi malum ciğerci de ciğer yiyorum ama ciğerleri ağabeyin hüznüne sarıp yiyorum, hüzne sarılmış bu hafif kanlı ve bol acılı ciğeri boğazımdan aşırmak ve yüreğimi ferahlatmak için hakiki bir ‘Türk’ olan ayranı içiyorum. Ve birazdan okulun önüne gittiğimde tekrar arayacağım ağabeyi. Eğer telefonu açarsa şöyle diyeceğim, ‘ağabey ben Antep’te okulun önündeyim, eğer içeri gir derseniz girerim, girme aziz dost çık gel’ derseniz de hiç tereddüt etmeden çantamı alıp Mehmet Yaşar ile çıkıp geleceğim.’
Ferhat Ağca Dükkânın kapıcısına ‘Bu soruyu bana değil, ağabeye soruyorsun değil mi? Yani ben cevap ehli değilim öyle mi?’ diyor. Dükkânın kapıcısı, ‘Hayır efendi, siz cevap ehli değilsiniz sadece tercümanlığınızı yapacaksınız’ diyor. Ferhat Ağca ‘Hayırlısı o zaman efendi, hayırlısı kelimesinin şerhi ağabeyin deyimiyle üç cilt...’ diyor.
Ferhat Ağca’ya bir fotoğraf gönderdim. Dükkânın kapıcısı elinde çantası okulun önünde sırada bekliyor. Bu fotoğrafı görür görmez, Ağca’nın hüznü daha da ziyadeleşiyor ve ‘Bakın çantasına acep nesi var’ diye mesaj gönderiyor. Ona Dükkânın kapıcısının bir fotoğrafını daha gönderdim ve altına ‘Baktılar çantasına bir çift kitap var. Sonra getirirsin bunları şimdi alamayız dediler’ yazdım.
Ferhat Ağca hüzünlü bir vecde kapıldı. ‘Biri Ali Yurtgezen hocanın Evin Mahremi Olmak kitabı, diğeri ise Mehmet Niyazi’nin Yemen Ah Yemen kitabı değil mi?’ dedi ve vecdi daha da arttı. ‘Yemene gidene, Yemen kitabı ne gerek efendi, adamlar içeri almamakla haklı. Yücel hocam da Ali hocamın kitabını içeri almamalarına atıf yaparak ‘Zararı yok. Milletin mahremi olmaya gidiyor. Orada kendi hikâyesini yaşar’ dediğini nakletti.”
---------------------------------------
ŞAİR-İ ÂZAM’IM GURBETİ TÂRİF ETMİŞ…
“Dükkânın kapıcısı gurbete yollanırken” yazısına şair-i âzam’ım Mehmet Narlı yüreğime dokunan içli birkaç satır yazı yazmış sayfasında: “Dostlarını gurbete yollamakla imtihan edilene arz: Bilirsin ki "yerinde durmak" için aynı yerde mukim olmak şart değildir.”
Şairim haklı, tâ Kahire gurbetlerinde pişerek hakkıyla imtihan olup geldi. Fakat gönlüme göre hâlâ iç gurbette…
-------------------------------------
FİKİR DÜKKÂNININ ÜDEBASINDAN MEHMET RAŞİT KÜÇÜKKÜRTÜL“MOSTAR GENÇLİK KONFERANSLARI” NDA…
TYB Kahramanmaraş Şubesinin kültür heyetinden ve Mostar Dergisi yazarlarından Mehmet Raşit Küçükkürtül, “İstanbul Mostar Gençlik Konferansları” nda “Bizden Korkmaya Devam Edin!” başlıklı son derece fikirli bir mevzuu konuşmaya gitti.
Eminim ki bu konuşmasının büyük yankıları olacak. Osmanlı’nın ardından Türkiye düşmanlığı şiddetle devam eden İngiliz Devleti’ne ve Batı’ya akıl vererek, “Müslüman ülkelerden değil, Müslüman Türklerden korkacaksınız…” diyen İngiliz tarihçi Arnold Toynbee,in karanlık düşüncelerini sarsacak kadar yankılı olacak bu konuşması… Ve Batı’ya, İngilizlere “Bizden korkmaya devam edin…” nârası Mostar gençlerinin dimağını güçlendirecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.