Türkiye’yi Şangay’a kovmak AB’nin vehimlerini bitirir mi?
Avrupa’nın son günlerde Türkiye’ye karşı takındığı dışlayıcı tavrın ne diplomatik akıl ne de stratejik geleceği açısından makul ve mantıklı bir izahı olabilir. Öncelikle herkesin kavraması gereken bir gerçek var ki, Türkiye uluslararası sahnede önemli role sahip bir ülke. Bölgesel etkinliği olan, NATO üyesi olarak da gücünün uluslararası karşılığı olan bir ülke aynı zamanda. Dolayısıyla hem Avrupa’nın hem de Amerika’nın Türkiye ile karşılıklı ilişkilerini geliştirmeleri için çok hayati nedenleri var. Kuşkusuz bu böyle olmakla birlikte Türkiye’nin de aynı zamanda hem Atlantik ittifakına, hem de AB’ye ihtiyacı var. Dolayısıyla taraflardan hiçbirinin kapıyı kapatmak ya da kapıyı vurup çıkmak gibi bir lüksü olamaz. Ancak AB ve Türkiye arasında yaşanan kriz de bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Bunu da yok sayamayız.
Bir kere uluslararası ilişkilerin ‘güven’ temelinde yürümesi gerekiyor. Aksi taktirde tarafların birbirlerini numara yapmakla itham etmeleri kaçınılmaz hale gelir. Nitekim Türkiye’nin 15 Temmuz’da maruz kaldığı ihanet, maalesef Türkiye-AB ilişkilerinde bir güven bunalımının miladı haline gelmiş bulunuyor. Çünkü Avrupa Birliği cuntacılara karşı tavır almada kötü bir sınav verdi ve ne hikmetse aynı yanlış hat üzerinde yürümeye devam ediyor. Çok doğal olarak da cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AB’nin bu tavrını bir türlü hazmedemiyor.
Doğrusu geriye doğru dönüp bakıldığında, özellikle bir konuda hayıflanmamak mümkün değil. Eğer 16 Temmuz günü AB’nin iki önemli ülkesinin, mesela Almanya ve Fransa’nın başbakan ya da başkanları sadece demokratik anlamda safları sıklaştırmak adına o gün Türkiye’ye gelmiş olsalardı, bugün bunların hiçbirisini konuşmuyor olacaktık.
Ama olmadı, bundan sonra her iki taraf da diplomatik aklı ve stratejik faydayıdikkate alarak adım atmak durumunda. Bilinmeli ki, Avrupa Parlamentosu’nun akıl ve mantığı devre dışı bırakarak Türkiye’ye kapıyı gösteren ve de adeta Şangay’a zorlayan tavrı, asla Avrupa’nın vehimlerini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.
Türkiye elbette Şangay ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebilir, ‘Avrasya gerçeği’ ile elini güçlendirebilir ve bu çerçevede diplomatik ufkunu zenginleştirebilir. Ancak yapısal anlamda Türkiye’nin bu blokla kan uyuşmazlığı içinde olduğu da bir gerçek. Çünkü bu ülkelerin lokomotif gücünü, insan hakları ve özgürlükler konusundaki ortak zaafları oluşturmaktadır. Çok doğaldır ki, Türkiye Çin ve Moskova’nın insan hakları sicili ile aynı karede olmayacaktır.
Maalesef güçlü karar vericiler açısından zaaf içinde olan Avrupa, güçlü bir gelecek tasavvuru da ortaya koyamıyor. Oysa Türkiyesiz güçlü bir Avrupa tasavvuru olamaz. Avrupa ve Türkiye’yi aynı çerçevede değerlendiren stratejik bakış açıları da bunun böyle olduğuna ve de böyle olması gerektiğine işaret eder.
Amerikalı jeostratejist ve eski ABD Savunma Danışmanı Zbigniev Brzezinskimuhtemelen üç yıl önce bir televizyon kanalına verdiği mülakatta aynen şöyle diyordu: “Türkiye uzun vadede Avrupa’nın resmi parçası olacaktır. Fakat gayrı resmi de olsa ABD ve Avrupa Türkiye’nin AB’ye üye olması için birlikte çalışmalı. Bu çalışmanın sonuç vermesi için de tarafların (AB ülkelerinin ve ABD’nin) Türkiye’nin en az İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kadar Euro-Atlantik ilişkiler çerçevesinde kritik önemde olduğunu kavraması ve tanıması gerekiyor.”
Umarız ki Merkel’in söylediği gibi Avrupa’nın “Bir B Planı yoktur...” Ve Avrupalı liderler, Türkiye konusunda akıl ve mantığı zorlayan adımlardan vazgeçerler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.