Bu hışır ‘Magirus’u değiştirmek lazım
Geçen hafta, arkadaşım Şadi Çarsancaklı aradı. Çarsancaklı’yı bilirsiniz. Hukukçudur. Mazlum-Der’in kurucularındandır.
‘Harput Yaranı’ diye bir dernek varmış, ben bilmiyordum.
Telefonda söyleyince hoşuma gitti. Şadi’nin soyadı kadar değilse de, fiyakalı bir dernek ismi.
Pazar günü konukları İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’ymış. Sohbetin konusu da ‘Devlet.’ Oraya davet etti.
Benim için iyi bir fırsat. Hem valilik, hem Başbakanlık Müsteşarlığı hem de İçişleri Bakanlığı yapmış birinin ‘devlet’ hakkındaki fikirlerini dinlemeye değer.
Efkan Ala, bu alanda resmen akademik kariyer yapmadıysa da, devlet üzerinde, rejimler, sistemler üzerinde siyaset bilimcilerin çoğundan daha ciddi okumaları olan bir siyasetçi.
Yani, teorik birikimi de olan bir pratisyen.
Teori, nadiren pratikle bir araya gelir. Geldiği zaman da nadiren verimli olur.
Fakat, Efkan Ala’da bu bileşimin verimli olduğunu söyleyebiliriz. Bu verimliliği, biraz, Ala’nın bu ‘teori’yi resmi akademik zeminlerde değil de sahada, faal haldeyken kesbetmiş olmasına bağlıyorum.
Ala, ‘devlet’e, iyi bir makine ustasının makineye baktığı gibi bakabiliyor.
Nerede arıza var? Şurada. Düzeltirsin, düzelir.
Paralelle mücadelenin formülü de Ala’nın pratik yaklaşımıyla bulunmuştu.
Yasamanın kuvvetini, bir başka deyişle, siyasetin elindeki güç ve aygıt üretme kapasitesini göstermişti Ala.
Böylece, 17-25 aralık döneminde Paralel’in kontrolündeki yargı ve kolluk avantajı tersine çevrilmişti.
Ala, 1961 ve 1982 anayasalarıyla şekillenen mevcut demokrasiyi halka iktidar olma imkanı veren ama onun muktedir olmasını istemeyen bir sistem olarak tanımlıyor.
Nasıl engelleniyor, halkın yönetmesi?
Anayasa Mahkemesi, Danıştay, askeri vesayet gibi kurumlar vasıtasıyla.
Seçilmişler, yani siyaset, bir şey yapınca, Anayasa Mahkemesi iptal ediyor. İdari bir karar alınca, Danıştay yürütmeyi durduruyor.
CHP’yle Anayasa Mahkemesi ittifak edince, hükümetler hiçbir şey yapamıyor.
Peki Batı’da nasıl bu kurumlar?
Batı’da, ya doğrudan seçimle geliyor, ya da seçilmişler tarafından atanıyor.
Ala, bunları anlatırken ilginç ‘metafor’lar kullanıyor.
“Batı’daki kurumları almışlar, niteliğini değiştirmişler. Batı’dakinin de bizdekinin de tarifleri aynı.
Fakat, birisi dört nala koşuyor, öteki nal topluyor.
Çünkü, tarifleri aynı olsa da, görünüşte birbirlerine benzeseler de, onlarınki at, bizimki katır.”
Sorun ne?
“Kendi kendisini seçen kurumlar demokrasi üretemez.”
Bir başka ‘metafor.’ Siyasetle ‘sistem’in ilişkisini anlatıyor.
“Eski model Magirus’lara benzer bir otobüs.
Deposunu vatandaş dolduruyor. Yüzde 40 oy veriyor, yüzde 50 oy veriyor, dolduruyor.
Siyaset, başlıyor arabayı sürmeye. Fakat, yargının ayakları sürekli frende.
Silahı otobüsün dışına doğru tutması gereken ordu, silahı içeri çevirmiş.
Araba arıza yapıyor. Seyir halindeyken parçayı değiştirmeniz gerekiyor.”
Sadece, Özal gibi, Erdoğan gibi, karizmatik liderlerin yönetiminde bu sorunlar bir ölçüde aşılabiliyor.
O dönemlerde toplum mesafe kat ediyor.
Erdoğan’ın liderliğinde üç kat büyümemizi karizmatik liderliğin başarısına örnek veriyor.
Oysa, sistem sorununun kalıcı bir şekilde çözülmesi lazım.
Nasıl?
“Sürekli değiştirmek yerine, yenisini kurarak.”
“Bir ‘marka demokrasi’ inşa ederek.”
Yani, şu ‘Magirus’tan kurtulmamız lazım.
Yeni bir anayasa yapılması, bu bakımdan önemli.
Millet olarak, geçmişte dünyaya öncülük ettiğimizi hatırlatıyor Ala. Ombudsmanlığın, jüri sisteminin, bizden mülhem olduğunu hatırlatıyor. Bunlarla ilgili tarihten örnekler veriyor, anekdotlar aktarıyor.
Efkan Ala, umutlu.
“Geçmişte başardığımıza göre, şimdi de başarabiliriz.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.