Bir iyi yazı, bir şiir kitabı, bir mektup
Şair Memduh Atalay, “iyi yazı” nın unsurlarını taşıyan ve ele aldığı mevzuu hakkında son derece çarpıcı tesbitler ortaya koyan “Futboldan Taharet” başlıklı bir yazı yazmış ki, fırsat bulup söyleyemediklerimize tercüman olmuş. Futbolun bir pagan- arena kültürü olduğuna inananlar bu yazıyı okumalıdır:
“FUTBOLDAN TAHARET”
“Milyonları uyutan beşik tarifinden başlayarak futboldan taharet çizgisine gelen bu satırların yazarı her maç sonrası kanaatini daha da pekiştirmektedir.
Biri diğerini düşman sayan bu taraftar zorbalığı nasıl bir mantık taşıyor anlamakta zorlanıyorum.
Maç öncesi hazırlıklar yapılıyor, forma ve bayraklar temin ediliyor, araçların deposu dolduruluyor ve doksan dakika hop oturup hop kalkıyor taraftar bey ve bayanlar.
Futbolun kendisinden çok izleyicinin hâl ve hareketleri izlemeye değer doğrusu.
Diyelim ki tuttuğu takım yenildi neredeyse taziye bekler bir hâl, eğer kazanmışsa normal şartlarda komşusunu hastaneye götürmekten yüksünen insanlar bir karnaval havası içerisinde şehrin bir ucundan bir ucuna çirkin bir gürültü kirliliği eşliğinde konvoy yapıyor.
En az yedi sekiz oyuncusunun yabancı olduğu bir takım neye göre ciddi bir mensubiyet oluşturur, renginden mi, adından mı yoksa atalar dini hesabı babamın takımı anlayışı mı hákim?
Ülkemizde her gün şehit haberleri gelirken, dış kuşatma ve iç huzursuzluk varken bu müsekkin neye yarıyor acaba?
Kendisi doksan dakika olan bir maçın on saniyelik bir pozisyonu haftalarca tartışılırken edilgen bir zihin oluşturmak istendiği aşikar değil mi?
Ayrılıklarımız yetmezmiş gibi bir de Galatasaraylı, Fenerbahçeli ayrımı! İlginç ve insanı sinir eden paylaşımlar var: Eşeğe köyde aslana Kadıköy'de binilir gibi.
Mezuniyet günü ile bu futbol taraftarlığı kimlik, düşünce, aksiyon ortaklığı taşımayanların risksiz ve diyetsiz birlikteliği gibi geliyor bana. Ve bir kez daha kanaatim pekişiyor: FUTBOLDAN TAHARET!”
-------------------------------------------
AYKIRI BİR ŞİİR KİTABI: “KİM GELDİ PENCERESİ”
Hüseyin Burak Us’un yazdığı bir şiir kitabı elimizde. “Kim Geldi Penceresi.” Şair, Kahramanmaraş doğumlu. İmam Hatip Lisesi ve KSÜ’de okumuş. Tiyatro senaryoları yazarak sahnelemiş. İlk kitabı “Bir Çocuk Tutar Ellerimden.”
“Kim Geldi Penceresi”, İstanbul Yayınları’nın “Bir Nokta Kitaplığı” serisinde yayınlanmış. İki bölümden ibaret: 1. Bölüm: “Kar yaprakları.” 2. Bölüm: “Annem şair olmamı isteyince.”
Şiirlerin değerlendirilmesine geçmeden önce, eski ev mimarimizde fonksiyonel yeri olan bir gelenekten ilham alan kitabın adından bahsetmek lâzım. Bugün yok olan “Kim geldi penceresi” nin anlamı bizim için değerlidir. Osmanlı asırlarında eski Türk evleri umumiyetle iki katlıdır. Üst katta "Kim geldi penceresi" vardır. Kimin geldiğine bu pencerede bakılır ve kapı ona göre açılır. “Kim geldi pencereleri” kafesli bir üslûpla ahşaptandır. İçeriden bakan kişi görülmeden, eve kimin geldiğini görülebiliyor.
“Kim geldi pencereleri” ndeki medenî incelik, modern zamandaki gibi "Kim o?" diye sorulup mecburen açılan kapıda yaşadığımız kabalıklardan çok daha incedir. Cumhuriyet öncesi Osmanlı asırlarında her gelene görülmenin ahlâk ve İslâm ilm-i hâline uygun olmadığını bilen insanlar bahçe duvarlarını yüksek duvarla çevirip kimsenin görmediği mahrem bir hayat oluşturmuşlardı. Cumbalı pencereli ve perdeli balkonları vardı. “Kim geldi penceresi” kapıların hemen üstünde yer alan delikli pencerelerdir. Evdeki kimse, görünmeden gelen insanın kim olduğunu görebiliyordu. Bu pencereler sâyesinde görülmemeye bu kadar itina gösterir ve namahrem birinin görmesine mâni olunurdu.
Eskiden pencere kültürünün birçok yeri vardı hayatımızda. Kur’an okuma, tesbih çekme, uyuklama ve gurbetten veya geç vakitlerde çarşıdan gelenlerin beklendiği yerdir pencereler… Pencere sevinçtir, hüzündür, haber alınan yerdir, ümitle bekleyiştir. Pencere, Türk edebiyatında ve türkülerimizde de işlenen bir mevzudur. “Pencereden kar geliyor, aman annem / gurbet bana zor geliyor, aman annem” türküsünü hatırlayın.
Sadede gelip kitabın mündericatına geçiyorum: Baştan sona serbest şiir tarzıyla yazılmış. Şiirlerin hem biçim, hem de üslûbu İkinci Yeni şiir tarzına yakın… İkinci Yeniciler gibi alabildiğine aykırı ve serâzat… Fakat bir önemli fark var; Anadolu saflığını ve yerli olmaklığını koruyor. Tekrar ifade edelim ki, İkinci
Yeni şair şairleri gibi tabir yerindeyse duygu ve düşüncelerini kafasının estiği gibi nasıl gelmişse o şekilde kaleme almış…
Gelenekli şiir tarzının disiplinine, ölçüsüne bağlılık yok. Ama bir daha belirtelim ki ilham olan duygu ve düşünceleri yerli ve Anadolu insanının acısı, kederi, yalnızlık ve gurbet hisleri, anne özlemleri, yaşadığı muhitten aldığı tesirler yerlidir…
Kitabın ilk şiiri olan “Rahat Şiir” de İkinci Yeniciler gibi serazat ve aykırılık, ilhamın olduğu gibi bir ölçüye vurulmadan yazıldığını anlamak mümkün: “Baharı çıkar hüviyetindeki baba adından / ben burada poz verir gibi yaşayıp gidiyorum / On bir kasımın yasıyla tırnaklarımın ucundan / sararan gerdekler yapıyorum düşlerimin arasına.”
Anladığımız kadarıyla yer yer sembolizm ve kapalılık, yer yer anlamlara farklı anlam yüklemek ve aykırı telmihler var. “Sessiz Şiir” de de bu tarzı görüyoruz: “Ayaklarım kırıldı kibirli yokuşlarda / Çaldığım kapılar kirlendi / Herkeslerim kaçırdı günlerimin keyfini / Dönülmez rol kırbaç gibi battı son duama.”
Kanaatimize göre, bu mısraların tedaisinde problem yok. Modern şiirin çok kullanılan tarzlarından olan aykırı benzetmeler ve gerçeküstücü tarzla şair hepimizin çektiği iç ve dış, yani ruhumuz çektiği acıları ve çevremizden etkilenerek çektiğimiz meşakkatleri modern formla dile getiriyor. Bu bir tercih meselesi. Mısraların söylemek istediklerinde problem yok.
“Kalabalık Ç” şiirinde de şair, yerli fakat İkinci Yenicilerin kapalı, açık, dağınık, bazen sembolist, bazen sürrealist tarzda alabildiğine hoyrat ve serazat bir şekilde duygu ve düşüncelerini mısralaştırmış:
“Hatta sonumuz yoktu o zaman / gelişine yaşardık / Ayna tutup günahlar işlerdik Sayılmazdı /Adaletli acılar kururdu kulaklarımızda / Alır başını giderdi akşam ezanı / (….) Kimsecikler ölmedi Güzel gün Çerçeveli baharlar/ (…) Kalktı üç tane Ç harfi bambu masadan / (…) Öğretmenler/ ellerinde a dörtler / Sokaklarda naif kediler / (…) Çağır çağır Osman gelmedi / Düştü paylarına Muhammedi yalnızlıklar…”
Bu şiir uzun, yukarıdaki mısralar biçim olarak birbiriyle irtibatsız gibi görünüyor. Şair, çok geniş ve karışık fakat sonunda bir gayeye bağladığı duygu ve düşüncelerini ki, bir daha belirtelim yerlidir, fakat modern şiirin ölçüsüzlüğü ve kafasına estiği gibi yazma formatıyla bir bu… Yine söyleyelim modernizm sanatın her sahasında ahkâm kestiği bir zamanda şairlerin bir tercihi bu. Kalıcı olup olmayacağını zaman ve millet derunundaki medeniyet tayin edecek.
“Kanser Havası” şiiri de böyle. “Kanser Hanım yanlış düğüne geldin / Bu urumeli vakitte hi üşenmedin…” Şiirin kahramanı “Kanser hanım” bir ironi, bir telmih, bir trajik insan tipi olarak etrafımızda çok. Fakat şiir maksadını alabildiğine kapalı, rastgele gelen duygu ve düşüncelerle peşpeşe mısralara dökmüş. Modern şiir tarzı böyledir…
Hülâsa ifadeyle “Kar Yaprağı”, “Çengel” ,” Huzurun Ni Hâli”, “Kırmızı yalnızlık”, “Medar-ı maişet”, “Ruhun düğmesi”, “Sin sayıklaması”, “Sızının gurbeti”, “Güneşe güldüğüme bakmayın” başlıklı daha birçok şiir, İkinci Yenicilerin formatı ve serazatıyla fakat yerli duygularla yazılmış. Bu tarz bazı şairlerin bilerek tercih ettiği bir metod olarak aykırılıktan hoşlananlara hitap ediyor.
-------------------------------------
FİKİR DÜKKÂNININ KAPICISININ BIRAKTIĞI MEKTUP
Ey azizan!
Fikir Dükkânının kapıcısı H. Ahmet Eralp memuriyet başlama tâlimi gurbetine çıktığı anlatmıştım. Bu hasbî ve güzel dost, gurbete çıkmadan evvel Dükkânın duvar saatinin arkasına( saat bizim vaktimizi belirleyemez, sadece ironi olsun diye asılmıştır) bu mektubu bırakmış ve Dükkânın has müdavimi Âkif Şen dostumuz da “Ben gurbete teslim olduktan sonra bu mektubu alıp, Dükkân ahfadına okutabilirsin…” diye tembih etmiş. Bu okundu ve yüreğimizin üstünden Dükkânın kapıcısı geçti… Siz de okuyun da o gurbetçinin duası çoğalsın:
“Gördüğünüz gibi daha ilk Cuma Kapusu saatinde burada değilim ağabey. İlk Cuma, dedim, çünkü daha bu saatten sonra yirmiyedi Cuma daha benAntep gurbetinde olacağım ve geriye kalan yirmiyedi Cuma’nın bilmem kaç tanesini mağaranızda geçirebileceğim. Yirmiyedi (27) sayısı da mânidar olmuş değil mi? Elbetteki tesadüf değildir, Mehmet Yaşar’ın kıymetli kayınbabasına teslim olduk, çünkü bu şehre geldiğimizde, Allah dostlarının nefis terbiyesini nerede, nasıl ve ne gibi şekillerde yapacağı ve yaptıracağı belli olmaz.
Sevindiğinizi görür gibiyim ağabey. Avm’nin yüzde elli hissesini hibe ettiğiniz Mehmet Yaşar sözünü ilk haftada yerine getirememiş bulunmaktadır. Demek oluyor ki siz de Avm’den ciddi bir kayıp yaşamadan hibe “vecdinizi” geri çekersiniz herhalde?
Hissî bir giriş yapayım diye kalemi elime almıştım. Ama bu saate kadar “aleyh” anlatabilen olmamıştır diye kendimi tutamadım ve Uzman Mehmet Yaşar’ın uzmanı olduğu bir aleyh ile giriş yaptım, bağışlayın…
Bilirim ki gurbete yolladığınız her dostunuzu Yemen’e yollar gibi uğurlarsınız. Türküleri bile miligramla ölçersiniz de “Dükkân gurbeti” ne düşmüş dostlarınızı kilometrelerle ölçemez, her birini geri gelecek ümidiyle beklersiniz. Saçımıza kına sürmeden gönderseniz de kalbimizi kendi ellerinizle, bağlamanın yedi telinin yedisiyle birden bağlayıp öyle gönderirsiniz Dükkânın gurbetine…
Bu yedi teli öyle bir bağlarsınız ki ağabey, ne kördüğüm olup nefesimizi keser, ne de kor düğüm olmaktan vazgeçip yangınımızı söndürür. Gurbete giden her dostunuz gibi ben de Cuma Kapısı saatini uyanık ve tütün içiyor olarak geçireceğim… Garibin garip mektubunun okunduğu şu anlarda da ya fırsat bulup kaçabildiğim, yangınıma yoldaş eylediğim yangın merdiveninde tütün içerek ya da ışığı söndürülmüş koğuşun bir ranzasında saatin 0.200’yi göstermesini bekleyerek geçiriyor olacağım.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.