“Çınar”ı nasıl bilirsiniz?
(Bir önceki yazımız “Sadra şifa bir kitap: “Evin Mahremi Olmak-2-” başlığıydı. Bu tarzda bir yazının uzun düştüğünü ve okunmasının zor olacağını düşünerek, kitabın derûnunu anlamaya kitaptan seçtiğimiz yazı başlıklarıyla devam etmeyi uygun bulduk)
----------------------- “Çınar”, Âl-i Osman”dan bugüne Müslüman Türklerin derûnunda sembolleşmiş bir ağaçtır. Anlatacağımız çınar rüyası, bu necip millete aidiyeti olanların malûmudur; Şeyh Edebali Hz.lerinin müridi olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey şeyhinin dergâhında seyr u sülûkunu tamamlamak üzere yanında yatıyor ve rüya görüyor.
Edebali Hz.lerinin göğsünden bir hilâl doğar ve dolunay hâline gelince kendi göğsüne girer. Göğsünden bir ağaç büyümeye başlar. Bir çınar ağacıdır bu. Büyüdükçe yeşerir, dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kaplar.
Ulu çınarın gölgesinde pınarlar var. Etrafında dört sıra dağlar görülür. Atlas, Balkan, Kafkas ve Toroslardır. Köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna nehirleri doğar. Bu nehirlerde koca koca gemiler yüzüyor. Tarlalar ekin, ağaçlar meyve doludur. Zemin yemyeşil, gök masmavi. Şehirlerdeki câmilerin kubbelerinde birer hilâl parlamakta ve müezzinler ezan okumaktadırlar.
Göğsünde çınar ağacının kök salıp dallarının dört bir ufka yayıldığı Osman Gâzi’nin rüyası bu necip milletin doğuşunun ve hayırlı fütühatlarla büyüyeceğinin bâtınî işaretidir.
ÇINARA AĞAÇ DEMEK HÜRMETSİZLİKTİR
Millî duygu ve düşüncelerle çıkan dergilerin adı “Çınar” dı. Gölgesi huzur veren seyrangâh çay bahçelerinin adı çokça “Çınaraltı” diye tavsif edilirdi. “Çınar” ağacına meftûnluğumuzun ve hürmetimizin kaynağı saymakla bitmez. Ne var ki, modern zamanların idraki çınarı bu mânada anlamakta malûldür. Sıradan bir ağaç gibi bakılıyor. Hülâsa, çınarın gelenekli kültürümüzdeki yeri yeteri kadar bilinmiyor.
Edebiyat ve fikir dünyamızda hâlâ eskimeyen çınarın sembol değerini, efradını câmi ağyarını mâni bir şekilde anlatan ve ilk neşredildiğinde “Rüzgâr El Aldı Çınardan” adıyla okuduğumuz “Çınar” yazısını Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak” kitabından usta bir edip nezaretinde meşk etmek lâzım.
İrfanımızın zirvesi tasavvufî beyitlerden biri olan yukarıdaki beytin bin miligramlık mâna gücünü ortaya çıkaran “Çınar” yazısının hülâsasını bütün idrakimizi toplayıp aşk ü azim ile okuyalım:
“Eşcâr-ı bağ hırka-i tecrîde girdiler / Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan. [Bahçedeki ağaçlar tecrit hırkasına girdi; (yapraklarını döktü).
Sonbahar rüzgârı çınar (ağacından) el aldı.](Bâkî)”
“Mürşid-i kâmiller; uzun ömürlü olması, asırlarca ayakta kalarak, sürüp gelen nesillere sâye salması sebebiyle çınara benzetilmiş eski kültürümüzde. Çınar, yavaş fakat emin adımlarla yol alıp kemâle ulaşmanın, sabrın ve istikametin sembolü. Kalıcılığı biraz da bundan. Sonbaharda esen rüzgârın çınar ağacının yapraklarını dökmesi ise, çınar yapraklarının parmakları açılmış bir insan eline benzemesi sebebiyle, ‘çınardan el almak’ şeklinde verilmiş, fakat bu arada ‘el alma’nın tasavvuftaki manâsı da ihsas edilmiştir. El almak, ‘bir mürşide bağlanmak’ yahut ‘intisap edilen bir şeyhten hilâfet yetkisi almak’ mânalarına gelir. ‘Çınar’la remz edilen ‘mürşid’ yahut ‘şeyh’ tasavvuru üzerinde duralım. Beyitte ‘el verdiğine’ veya kendisinden ‘el alındığına’ göre ‘çınar bir ‘mürşid-i kâmil’ olarak düşünülmüştür. Çınarla mürşid-i kâmil münasebetini sadece ‘el şeklindeki yapraklara’ bağlamak Divan şiirini hafife almak olur. Elbette bundan çok daha fazlası vardır. Osmanlı geleneğinde câmi avlularına çınar dikilmesi, gölgesinden istifade kadar, bu ağacın yıldırımları çekme hususiyetinden faydalanıp yapıyı korumaya matuf bir tedbir. Şiirlerde ‘aşk ateşiyle içi kavrulmuş âşıkların’ mazmunu olarak, daha çok yıldırım ateşine uğramış, içi yanmış, kabuktan ibaret böyle çınarlardan çokça söz edilir. Tıpkı devasa bir ney gibi. Ancak ney’den bir farkı var ki ses çıkarmıyor, şikâyet etmiyor. Bu haliyle çınarlar rıza makamına ve fenâfillâh mertebesine erişmiş Allah âşığı mürşitlere benzetiliyor.”
İslâm dışında dünyanın hiçbir din ve edebiyatında eşya ve hâdiselere dîni cihetten böylesine ulvî mâna verildiği görülmemiştir. Vahye muhatap medeniyetimizin çınar ağacına yüklediği mâna hepimizi vecde geçirdiği muhakkaktır. Soluklanıp şerhin devamını okuyabiliriz:
ÇINAR SUYA, SU EFENDİMİZ’E İŞARETTİR
“İnsanı ruhen ve bedenen teskin ederek dinlendiren, kalbe huzur veren çınar gölgesinin, başka herhangi bir ağacınkine nisbetle birkaç derece daha serin olduğu belirlenmiş ilim adamlarınca. Çınarın, yapraklarından salgıladığı bir öz su yardımıyla gölgesinde zararlı ot bitirmediği ise başka bir ilmî tesbit. Bunları bilmeseler bile, bir mürşid-i kâmilin sohbet halkasında buldukları zevk ve emniyeti kısmen çınar gölgesinde yaşadıkları, zararlı otların burada olduğu gibi dergâhlarda da uzun süre barınamadıklarını gördükleri için olmalı, çınarlar mürşitleri hatırlatmış eskilere. Fakat çınarın en mühim vasfı mutlaka temiz bir kaynak suyuyla var olabilmesi. Dikildiği yerde olmasa dahi, yakınlardan bir yerden geçiyorsa eğer, çınarın kökü gidip o suyu buluyor ve oraya bağlanıyor. Kaynağa kökten bağlanmamışsa, dışardan sulamakla iflah olmuyor çınar. Yâni bir yerde çınar varsa, derinliklerinde onu kökten besleyen tertemiz bir kaynak suyu da var demektir. ‘Su’ ise anasır-ı erbaadan ve Efendimiz s.a.v.’e işaret. Toprağın Hz. Âdem’e, ateşin Hz. İbrahim’e, havanın Hz. İsa’ya âlem olduğu gibi. Fuzûlî’nin meşhur na’ti bunun için ‘Su Kasidesi’dir…”
Kalbimizi ve dimağımızı irfanımızın ummanlarına götüren kitabın yazarı, yazısını modern zaman nesillerinin çınara sıradan bir ağaç gibi bakmalarından dolayı beytin şairine karşı mahcubiyet duygusunu dile getirerek bitiriyor:
“Bâkî, herkesin malûmu diye bütün bunları sayıp dökmeden çınarın bir mürşit olduğuna ima ile yetinmiş. Bir gün çınarı ‘herhangi bir ağaç’ sanmak gibi bir nasipsizliğe düçar olabileceğimizi hesap edememiş.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.