Bu ne perhiz Mesut Bey?
Elbette Golf Paşası ve tezkere oylamasının hemen öncesinde muhalefet lideriyle 1.5 saat baş başa görüşen Genelkurmay Başkanı hakkında spekülatif şeyler yazılabilir.
Örneğin, ‘istifa müessesesi’ hatırlatılabilir.
Suret-i haktan görünüp, ‘Olmadı paşa... Sen de böyle yaparsan, marjinal gazetelerin ağzını nasıl kapatırız?’ diyen, ortadaki eylemi değil de, Golf Paşası’nın ‘dikkatsizliğini’ yargılayan (öyle ya, madem hava harekatı sürerken golf oynamaya devam ediyorsun, bari bunu çaktırmadan yap) bağımsız gazetecilerin tutumu sorgulanabilir.
Benim canım Mesut Parlak’ı yazmak istiyor.
Hani, ‘Başörtülü öğrencilere hak ettikleri notu vermeyebiliriz’ diyen İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Mesut Parlak.
Hemşerimdir.
Koyu CHP’li bir aileden gelmektedir.
Merttir.
Fakat, birazcık da tuhaf bir adamdır.
Bazen ideolojik asabiyyetle, bazen de kariyer hırsıyla kalkıştığı için, ortaya tuhaf (ve kimi zaman da amorf) bir görüntü çıkmaktadır, çıkarmaktadır.
Esasında iyi bir adamdır.
Bu ‘iyi adam’, yakın zamanlara kadar Vakit gazetesinin haber kaynağıydı. YÖK ve Kemal Alemdaroğlu hakkında en sert açıklamaları bu kanalla öğreniyorduk.
Bir zamanlar (sanırım dekanlık yaptığı dönemde), kendisinden başörtülüleri ‘okula sokmaması’ istenmişti... O da haklı olarak isyan ediyordu: Bu kadar da olur muymuş canım, dekanlık mı yapacakmış, polis şefliği mi?
Gün oldu devran döndü, ‘polis şefliği’ rolüne itiraz eden Mesut Parlak İstanbul Üniversitesi’ne rektör seçildi ve akademisyenleri ‘güvenlik amiri’ yerine koyan statüko artıklarına, daha dişli bir polis şefi olduğunu/olabileceğini gösterdi.
Mesela, yönettiği üniversitenin Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk gibilere kapalı olduğunu söyleyebildi.
Bu kadarını öncekiler bile akledememişti.
Üstelik, karşısında, Türk Dili’nin iki büyük yazarı vardı.
Neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrildiler (biri de Nobel aldı), ama bir tıp profesörü olan, Türk Dili’yle ilişkisini bilmediğimiz Mesut Parlak’ın gözüne girmeyi başaramadılar.
Dün İstanbul Üniversitesi’nin ‘yeni akademik yılı açılış töreni’ vardı.
Rektör Mesut Parlak burada bir konuşma yaptı ve beklendiği üzere bizleri ‘laikliğimize sahip çıkmaya’ çağırdı.
Çıkışta da gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Bir gazeteci, neden açılış törenine Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan’ı davet etmediğini sordu.
Parlak bu soruya aynen şu karşılığı verdi: ‘‘Burası bir eğitim kurumu. Burada kürsüye çıkarıp, kimseye politika yaptırmam.’
Rektör haklıydı.
İstanbul Üniversitesi bir eğitim kurumuydu ve politikacıların açılış töreninde boy göstermeleri ‘üniversite özerkliği’ açısından doğru olmazdı. Keşke bütün rektörler bu hassasiyeti gösterebilselerdi.
Fakat, Mesut Parlak’ın yanıtlaması gereken iki hayati soru daha vardı.
Bunları yanıtlamadı.
Birincisi: Cumhurbaşkanı ‘politik’ bir kimlik midir ki, törene davet edilmiyor?
İkincisi: Rektör yardımcıları, dekanlar, öğretim üyeleri ve öğrencilerin katıldığı törende, çok sayıda milletvekili ve Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay da hazır bulunuyordu.
Milletvekilleri artık ‘politikacı’ sayılmıyor mu?
Daha da önemlisi, değerli komutan Hasan Aksay’ın ne işi vardı orada?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.