Satranç tahtasında
15 Temmuz...
Ekonomik operasyon...
Terör saldırıları...
Bunlar, içerde karşı karşıya geldiğimiz saldırılar.
Suriye’de, Irak’ta askeri olarak varız.
Tehdidin Irak - Suriye ayağını devre dışı bırakmak için...
Olağanüstü günler yaşıyoruz, zaten olağanüstü hal içindeyiz.
Yaşananların birbiriyle alakalı olduğunu ve milletçe bir büyük mücadele içinde bulunduğumuzu, devlet yetkilileri en yüksek seviyeden ifade ediyorlar.
Zaten başka türlüsü de söz konusu olamaz.
Aslında bizde yaşananların İslam dünyasında yaşananlarla bağlantılı olduğu kanaati de herkes tarafından paylaşılıyor. Mısır’da olan bitenle o kadar ilgili olduk ki, darbe sebebiyle o ülkeye mesafe koyduk. Yaşadıklarımız İran’la da ilişkili, Suudi Arabistan’la da, İsrail’le de...
Tabii Amerika, Avrupa ve Rusya ile de...
Tunus da gündemimizde Libya, Cezayir de... Kafkaslarla da ilgiliyiz, Asya ile, Doğu Türkistan’la, Balkanlarla da...
Şu saydığımız ülkeler, nerede ise dünyanın bütün süper güçleriyle bir şekilde dirsek temasında olduğumuzu, iyi veya kötü ilişki içinde olmamız gerektiğini gösteriyor.
“Türkiye Türkiye’den büyük”mü?
Elbette.
Kendi içimize kapanalım, etliye sütlüye karışmayalım dediğinizde de, başınız rahatlamayabilir, hatta Türkiye’yi Türkiye’den daha küçük hale getirme hesaplarına hedef olabilirsiniz.
Dünyanın en stratejik yer altı zenginliklerine sahip, buna mukabil en kırılgan coğrafyasındayız. 100 yıl evvel büyük bir yıkılışa, büyük bir paylaşıma, büyük bir hesaplaşmaya tanık olmuş ve 100 yıldır durulmamış bir coğrafya.
Dünyanın en büyük dini – kültürel topluluklarından birisine mensubuz.
Bu coğrafyada en azından, mevcut varlığımızı korumak için duyarlı olmak zorundayız.
Bizim kendi çıkarlarımız açısından yeterli görmediğimiz Lozan’ı, kendi projeleri açısından yeterli görmeyen başka dünya güçlerinin bulunduğu ve coğrafyayı bu yönde hareketlendirme risklerinin ortadan kalkmadığı gerçekliği ile de yüz yüzeyiz.
İçerde yaşadığımız sancılar, çok yoğun bir dış politika hareketlenmesinin yansıması gibi duruyor.
Bu coğrafyada tecrit olmanız mümkün değil.
İlişki kaçınılmaz da, o ilişkinin niteliği ne olacak?
İslam ülkeleriyle ilişki, bölgeye dışardan emperyal amaçlarla gelenlerle ilişki vs.
Esed’in Suriye’si ile, Sisi’nin Mısır’ı ile sırf “İslam ülkesi” olmaları hasebiyle nereye kadar birlikte yürüyeceksiniz? İran’la nereye kadar yürüdük, nerede ayrıldık?
Bu potansiyellerin nasıl devreye sokulabileceğini, sokulmayacağını, dışardan gelenler de masaya yatırıyordur mutlaka. Sisi birileriyle oynuyor, Esed başkalarıyla, İran başkalarıyla...
Satranç tahtasının başındayız diplomasi söz konusu olduğunda.
Mısır’ın baharını düşünelim, kışını düşünelim. İhvan-ı Müslimin’i terör örgütü ilan etme-etmeme arasında Körfez’in, Suudiler’in gidip gelişini düşünelim, nükleer müzakerelerde kendisine zırh oluşturduğumuz İran’ın “Şii Hilali” ön açmalarına tav oluşunu düşünelim.
Amerika’nın, Rusya’nın, AB’nin Türkiye’ye karşı gel-gitlerini düşünelim.
Dünyanın Doğu - Batı, Kuzey - Güney bütün güç odakları bize de mecbur kalabilir, bize karşı birleşebilir de. Şüphesiz en önemli, olmazsa olmaz ve ilk elde temin edilmesi gereken şey, içerde sağlam duran bir millet yapısının varlığıdır. Buna kafa yormalıyız. Çünkü bölge ile oynayanlar, her ülkenin içi ile de oynuyorlar. Bölgede kaşıdıkları potansiyel sorun alanlarını, içerde de kaşıyorlar.
Bugün Başbakan’la, muhalefet liderleri bir araya gelecek. Bu önemli. Diyelim terör karşısında ortak sesi önemsiyoruz. Ak Parti, başından beri bu “iç insicam” üzerinde çok durdu. Etnik, mezhebi hatta dini aidiyet farklılıklarının kırılmaya dönüşmemesi gibi bir hassasiyet sergiledi. Bence başkanlık tartışmaları da, bir tür “Millet liderliği”ni sağlayacak istikamette gelişmeli.
Çok hassas günlerdeyiz. Dikkatli olmalıyız. Gücü dikkatli kullanmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.