Götürmek istedikleri yere gitmeyelim
Ne zamandı Kayseri’ye en son gittiğim? İki hafta ya oldu ya olmadı. Yazmıştım zaten ne ettiğimi, ne gördüğümü.
Sabah uyanır uyanmaz televizyonlarda patlamayı gördüm.
Talas. Tıp fakültesi civarı.
O caddede yeğenim Arif’le yürümüştük. Evlerine en fazla üç yüz metre…
Kızkardeşim Canan’ı aradım. Telefonu meşgul. Eniştem Sakin’i aradım.
Durum vahim. Televizyonlarda henüz söylenmiyor ama şehitlerimiz var.
‘Askercikler.’
Rahmetli annem öyle derdi, birkaç asker bir arada gördüğü zaman.
Çoğu fakir hanelerin oğulları…
Yoook, öyle, etli butlu adamların kapılarını açıp da, ‘işte bizim fakirhane’ diye gösterdiği kaşanelerden değil. Bildiğin gariban ev.
Evinin oğulcuğu.
Gitti çocuklar. Nasıl taşısın analar, babalar bu zifiri acıyı?
Taşıyacak. Cayır cayır yanacak, yana yana taşıyacak.
Gidin sorun babasına, söylesin, acısını gövdesinde zaptetmeye çalışarak.
Hıçkırıkları sökün etmesin diye nefesini tutarak.
“Vatan sağolsun.”
***
Kim öldürdü bu çocukları?
PKK öldürdü.
Soru ve cevap bundan ibaret olsaydı kolaydı.
Fazlası var. Birbirinin içine girmiş parantezler, şiddeti ve şeytanlığı üst üste katlayıp büyüten çarpanlar.
PKK, YPG, PYD, TAK... Hepsi aynı yumurtadan türemiş ölü insan yiyiciler. Yani bir ufak parantez.
PYD’ye ‘benim müttefikim’ dersen, bu parantezin neresine girmiş olursun?
Hiçbir yerine.
PYD’ye ‘benim müttefikim’ dersen, sen paranteze girmezsin. Parantez olursun.
DAEŞ? (İpin ucunu kaçırdım, DAİŞ mi, IŞİD mi? Nasıl telaffuz edersen et, aynı necaset.)
DHKPC?
FETÖ?
Onlar da aynı.
Hepsi birbirinin çarpanı.
Öldüğümüz zaman, başımıza bir kötülük geldiği zaman, içimiz yandığı zaman, hepsi birden seviniyor.
Bunlara Halep’teki vampirleri ilave edin.
***
‘Vekalet savaşları’ diye bir laf var değil mi?
Birtakım güçler doğrudan askerini sokmuyor savaşa. Terör örgütlerini sizin üstünüze gönderiyor.
Örgüt vekaleten sizinle savaşıyor.
Kimin kime vekalet ettiği çıplak gözle görülebiliyor.
Utanma arlanma kalmadı.
Masada kravatlı veya kravatsız, Avrupalı, Amerikalı veya Asyalı devlet ricaliyle, diplomatlarla oturuyorsunuz. Konuşuyorsunuz.
Adamın beslediği teröristler Beşiktaş’ta, Kayseri’de veya Halep’te senin insanlarını öldürüyor.
Terörün frekansı sürekli yükseliyor.
***
Nereye gidiyoruz böyle?
Bizi nereye itiyorlar?
Halep’teki vahşetle İstanbul’da, Kayseri’de, Ankara’da, Gaziantep’te şahit olduğumuz katliamın birbiriyle irtibatsız olduğunu düşünemeyiz.
Bu örgütlerin ve bunların vekalet ettiği güçlerin müstakil tüzel kişilikleri olabilir.
Fakat FETÖ’cüsü, PKK’cısı, DAEŞ’çisi, hepsi aynı sonuca hizmet ediyorlar.
Şiddet sarmalının içinde bocalayan bir Türkiye istiyorlar.
Antep’i, Kayseri’yi, İstanbul’u, Bursa’yı Halep yapmak istiyorlar.
Bizi götürmek istedikleri menzil burası.
Ne yapıp yapıp, bizi götürmek istedikleri yere gitmemenin yolunu bulmalıyız.
Bunun bir yolu seferberlik.
Teyakkuz.
Devlet diliyle söylersek, terörle tavizsiz ve amansız mücadele.
Bir yolu diplomasi.
Ayrı ayrı söyleniyor diye iki seferberliği birbirinden ayrı düşünmek gerekmez.
İkisi eş zamanlı. Ve ikisi de çok zor.
Şu halde, devlet aklının, bizim her birimizin akıllarının üstüne çıkması, hadiselere bizim aklımızın ermeyeceği kadar nüfuz etmesi lazım.
Götürmek istedikleri yere gidersek… Bölmek mi istiyorlar? İşgal etmek mi? Yutmak mı? Bunların hepsine müsait hale geliriz.
Biz mutlu olmayız, onlar mutlu olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.