Atatürk dönemini ihya mı edelim?
Başlığa bakarak keskin bir ‘Atatürk karşıtlığı’ içinde olduğumu sanmayın sakın. Atatürk ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirmiş ve dağılan imparatorluktan genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir ekip. Dolayısıyla Atatürk ve arkadaşlarını değerlendirirken o günün şartlarını ideolojik bir bakışla değil, objektif bir gözle değerlendirmekte yarar var.
Peki, neden böyle bir başlık attım?
Malum, şu günlerde parlamentoda anayasa değişikliği görüşülüyor. Açıkçası tartışmalarda gündeme gelen “Atatürk anayasaları”na dönmek ifadesi vesilesiyle o döneme biraz daha yakından bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yani 1930’lu ve 40’lı yıllarda Türkiye’de tek parti yönetimi hakimdi. Mustafa Kemal de otoriter bir liderdi. Esas itibarıyla Atatürk materyalist bir ideolojiye sahiptir. Bu yüzden de laiklik uygulamaları çok sert olmuştur. O dönemle ilgili önemli tespitlerde bulunan Taha Akyol diyor ki: “1923-27 arasındaki İkinci Meclis’te muhalefet ancak 1925 yılına dek sürüyor. Ondan sonra tartışma, eleştiri bitiyor. Çünkü 1925’te İstiklal Mahkemeleri kuruluyor, bütün muhalefet ve basın susturuluyor. Muhalefet tamamıyla tasfiye ediliyor.”
***
Hatırlatmakta yarar var; o dönemin devlet aydınları Mustafa Kemal’in tek adamlığına kutsiyet atfekmekte bir beis görmüyorlardı. Fikret Başkaya‘Paradigmanın iflası’ kitabında bu dönemi şöyle tanımlar: “Resmi ideoloji tarafından Mustafa Kemal’in yaşadığı dönem Cumhuriyet’in ‘altın çağı’, 1950 sonrası da bir çeşit ‘bozulma’, ‘geriye gidiş’ dönemi sayılıyor. Ünlü devlet aydınlarından Çankaya sofralarının vazgeçilmez yazarı F.R. Atay, Mustafa Kemal’in ölümü üzerine, 11 Kasım 1938′de Ulus Gazetesi’nde; ‘En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır’ diye yazmıştı. Cumhuriyet aydınları yukarıdaki görüşü yaygınlaştırmak için büyük çaba harcadılar.”
Ancak şunu da hemen belirtmekte yarar var; o yıllarda henüz Avrupa’da da tekamül etmiş bir demokrasi örneği yok. Dolayısıyla Cumhuriyet’i kuranlar biraz da el yordamıyla bir sistem oluşturmaya çalıştılar. Evet otoriter bir yönetim vardı, özellikle laiklik uygulamaları çok can yakıcıydı ama Cumhuriyet hiçbir zaman bir Baas rejimine evrilmedi. Yaşanan bütün acılara rağmen hem sosyolojik değişim hem de devlet aklının tekamül süreci demokrasi istikametinde oldu.
Açıkça ifade etmek gerekirse demokrasinin tam manasıyla tekamül ettiği, standartlarının yükseldiği 21. Yüzyılın dünyasında, Atatürk yasalarının özünü oluşturan ‘parti devleti’ dönemine elbette dönemeyiz. Biliyoruz ki o dönem otoriter uygulamaların zirve yaptığı, İstiklal Mahkemeleri’nin adeta bir giyotin gibi işlediği, katı laiklik uygulamalarıyla neredeyse nefes almanın bile mümkün olmadığı bir dönemdir.
***
Bugün Kemalist paradigmaya iman etmeye devam edenler dahil, kimse o yıllara dönmek istemeyecektir. Demokrasi mücadelesinde bunca alınan mesafeden sonra herhalde hiçbir aklıselim sahibi çıkıp, “Haydi Atatürk dönemine geri dönelim, parti devletini yeniden ihya edelim ve İstiklal Mahkemeleri’ni kuralım” demeyecektir.
“Modernleşen Türkiye’nin tarihi” yazarı Erik Jan Zürcher’e göre Kemalizm, bir modernleşme projesi olarak bugün artık takip edilemez. Çünkü Zürcher’e göre, kendi döneminin ihtiyaçlarına yönelik çözümler sunan Kemalizm bugünün demokratik ve çoğulcu gerçeklerinden hayli uzak içeriğe sahip bir ideolojidir.
Unutmayalım, bugün bile hala tek parti döneminin vebalini üzerinde taşıyan CHP, toplumsal hafızadaki bu negatif kayıt yüzünden toplum nezdinde bir türlü siyasal inandırıcılık sağlayamamaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.