Cezbe hâlinde misiniz?
Cezbe ve vecd bezm-i elest’te kendini bilen insana bahşedilmiş ikiz kardeş kelimelerdir. Cezbe vecde göre daha güçlü. Elest meclisinde bütün ruhlar ulvî sarhoşluk hâlindeyken hem “evet”, hem “dert, ıstırap” mânasına gelen “belâ” sözüyle “Sevgili” den ayrılışın hüznüne gark olurlar ve o gün bugündür cezbe ile vuslata ermeye çalışırlar.
Bu ulvî hicrandan dolayı tasavvuf ehli dünya hâllerinden uzaklaşmak ve “Sevgiliye” kavuşmak için yola cezbeli çıkmayı tavsiye ediyor. Bundandır ki Yunus Emre Hazretleri yolun başında cezbesizliğinden şikâyet eder: “Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni…”
CEZBEDE MUHABBET VAR, KANIN ATEŞLENMESİDİR
Kıraat ettiğimiz kitaplara göre cezbe celb etme, çekme, yaklaştırma ve irade dışı olarak Allah’a doğru çekiliştir. Ulvî aşk, his ve zikirle meydana gelir. Tasavvuf terbiyesinin esası aşk ve cezbedir. Aşk gizlidir, kendini saklar. Cezbe açıktadır, göstermeden edemez. Allah’ın, kulu çekmesi cezbe, cezbe ile kulun Allah'a yönelmesi aşktır.
Cezbede muhabbet var; kanın ateşlenmesidir, sözle anlatılamaz. Öyle bir muhabbet ve aşk ateşidir ki sıtmalı hastanın titremesini durduramaması ve mânevî bir elektriğe çarpılması gibidir. Onun içindir ki cezbe bir sayha ve sarsıntıya benzer. İnsanın kendisinden menkul değil, Allah’tan gelir. Ulvî aşk kalbine sığmayıp kendinden geçenlerin hâlidir bu.
Bazen ibadet ederken, bazen bir nağme ve bir ehl-i dilin sohbetini dinlerken gelir. Şeriat ölçülerinde sürdüğü müddetçe imanı aşklı kılar. Ölçünün dışına çıkıldığında laubalilikler başlar, vakarını kaybeder. Geçici olduğu gibi sürekli de olabilir. Gaye değil, itikadın artması içindir. Riya karışmaması için cehrî (açık) değil, hâfî (gizli) olanı makbul...
RAHMÂNÎ CEZBEYE TUTULMAK
İki tür cezbe var: Rahmânî ve kesbî. Rahmânî cezbe nefsî sebeplerle oluşmaz; ruhtan gelir. Kesbî cezbe şahsî gayretledir; Müslüman olsa dahi dünyalık neşe ve zevkten sâdır olur. Rahmânî his ve düşünceden neşet eden cezbe mertebesi yüksek olmasa da insana istikâmet verir, takva ve şevkini artırır.
Rahmânî cezbenin en şiddetlisi “Oku emri”yle ilahî cezbeye kapılan Efendimiz Aleyhissalâtüvesselâm’ın mübarek cezbeleridir ki Hira’da başlamış. O mağara Resulûllâhın cezbesiyle titremiş ve ululanmış.
Rahmânî cezbe Allah’ın sıfat tecellilerindendir. Şûrâ sûresi 13. âyeti “Allah dilediğini kendine çeker" buyuruyor. Bu tecelli evliyaullahın ruhlarını kendine çekerek yüceltmesi, onlara zikir ve vuslatın hazzını tattırması, kalbinden perdeyi kaldırıp bir gayreti olmadan “yakîn nuru” ile mânevî makamlara yükseltmesidir.
Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm’ı öldürmeye giderken eniştesinin evinde okunan Kur'an-ı Kerim’i duymasıyla iman eden Hazreti Ömer'in bir anda değişmesi, yine Efendimiz Aleyhissalâtüvesselâm Mescidi Nebevi’de iken Bilal-i Habeşî Hazretlerinin kendinden geçmesi, avlandığı bir sırada gaibten duyduğu “Sen bunun için yaratılmadın” sesiyle tacını tahtını bırakan İbrahim bin Edhem'in tövbesi rahmânî cezbeye misaldir.
Rahmanî cezbenin tâlim edildiği tarikin efendilerinden, yâni silsile-i hâcegândan Şah-ı Nakşıbend Hazretleri “Bizim yolumuz cezbe ve sohbet yoludur. Biz müridleri cezbe ile terbiye ederiz. Yolumuzun evveli cezbe, âhiri ise kalb huzuru, sekinet ve vâkardır. Yolumuzun başlangıcında müntesiblerde vuku bulan cezbe hâli, onları dünya muhabbetinden koparır, Rabb’ine yönelmesine vesile olur” buyuruyor.
İmam Rabbânî Hazretlerine göre cezbe ve vecd gibi mânevî haller dinin hükümlerine göre yaşanmalı. Kalpte ümit uyandırmak için lüzumlu olsa da salik bunlara takılıp kalırsa esas gayesinden uzaklaşabilir. Hallerin değişmesine fazla itibar edilmez. Gidiş, geliş, konuşma ve işitme olsun hiç birine itibar ve iltifat edilmemeli. Başkaları için şimşek gibi gelip geçen zâtî şimşek tecellisi büyükler için süreklidir söz cezbenin temkinle var olmasını tavsiye ediyor. (Mektubât, l30. ve 131. Mektup)
Cezbeye meftun ve müptelâ, yâni telvin ehli olsak da “temkin” i elden bırakmamak gerek. Kendini bilen için temkin ve telvin halleri birbirini tekzib eden haller değildir. Temkin ehlinde (istikâmet üzere karar kılma, iniş ve çıkışlardan kurtulma makamı) hâl değişiklikleri olmaz. Kalbi bir daha perdelenmeyecek şekilde hakikat makamına ulaşmış, mutmain olmuş ve ulvî aşkını kalbine sindirmiştir. Murakabe sahibidir. Kalbi iman ve teslimiyet üzeredir ki halden hâle geçmeye ihtiyacı kalmamış ve durulmuştur. Fakat bu duruluş, cezbe hâlinin bittiği veya terkedildiği mânasına gelmez. Cezbesi kalptedir, dışa vurmaz. Telvin (boyanma, halden hâle geçme) ehli ise, cezbeyle bir hâlden bir hâle, bir makamdan diğer makama ulaşma arzusuyla kalbinde şiddetli gel-git…ler yaşar ki, cezbesini kontrol edemediği an temkin ehlinin mutmainne makamına ulaşamaz. Bundandır ki kendine güvenemeyen cezbe sahipleri arada bir ârifânın söylediklerine kulak vermeli:
Cezbe, ilahîlik denizinden damlalardır; sayıyla sayılmaz, nihayeti bulunmaz. Dalgalarının kimisi büyük, kimisi küçük... Bazı zaman derece derece kaynar ve feveran gelir. Cezbesi olanlar bir mürşid-i kâmilin eline yapışmalı. Yoksa kontrol edemez, istikâmeti şaşırabilir.
HAYATI CEZBEYLE YAŞAMAK
Cezbeye tutulanlara meczûb denir. Hakk'ın rızasını kazanmış, hevâ ve hevesten arınmış, bu sâyede mânevî mertebelere yükselmiş mânasına gelir. Meczûb olanların şathiyyat denilen, zâhirde yanlış ve saçma gibi olan sözleri cezbeden dolayıdır ki hayra yormalı. Aklın başında olmayan meczûbların halleriyle gerçek meczûbun halleri bir değildir.
Meczûbun kim olduğunu, ömrü boyunca cezbesiz ham ervaha kızan bin miligramlık cezbe adamı Fethi Gemuhluoğlu’nun hülâsa ettiğimiz konuşmasından dinleyelim:
“Biz meczûbu ve istiğrâkı (kendinden geçiş) yanlış anlıyoruz. Bir aşkta müstağrak olmayı (yok olmayı) yanlış kıymetlendiriyoruz. Ben hayatın cezbe ve şevk üzerine binâ edildiğine kailim. Hani ilk defa Kelime-i Şehâdet getiriyor gibi getirmedikçe Kelime-i Şehâdet olmaz. İlk defa âşık oluyor gibidir, ilk defa güneş çarpmışa dönüyor gibidir, ilk defa şevk içindedir, vecd içindedir, istiğrâk içindedir ve aşk-ı ilâhîde müstağraktır. Onun için biz müstağrak adamlara pek tahammül edemiyoruz. Bu makam-ı temkin ayrı şey, makam-ı telvin ayrı şey. Cezbe, makam-ı telvin üzeredir.”
Demek ki, aleyhimizde “meczûb” denilmesinden hiç de gocunmamalı, bilakis söyleyenlere tebessüm etmeliyiz.
CEZBESİZLERDEN MUHABBET SÂDIR OLMAZ
Vahhabî, Mutezilî ve Kadızâde kafasının “cezbe bir fazilet değil” sözüne kulak asmayın. Cezbesiz insan iyi, faydalı ve dindar da olsa zevksizdir; arkadaşlığı, cezbe sahibine zulüm gibi gelir. Cezbesizlerin gönlü ve dili hamdır; muhabbet sâdır olmaz. Dervişlik, muharrirlik, muallimlik, şairlik, her türlü sanat ve zenaat, hattâ siyaset ihlaslı bir cezbeyle icra edilmeli.
Hâsılı, biz her işimiz ve ânımızda cezbeli olmaya tâlibiz. Hz. Mevlâna’nın, Yunus Emre hazretlerinin cezbesine tâlip olmak haddimiz değil. Fakat uluların cezbesini anlamak için de cezbeli olmak gerek. İbadet ve sohbet ederken, tasavvuf kaynaklı bir türkü, bir ilahî dinlerken cezbeye kapılmak, hastayken bile cezbeyle inlemek ne güzel.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.