Eşref Edip'le tanıştığımda henüz çocuktum
İstanbul’a ilk geldiğimde henüz 13-14 yaşındaydım. Haydarpaşa garında kara trenden indiğimde önümde hiç bilmediğim bir dünya karşıladı beni... Denizi ilk o gün gördüm, gemileri de... Deniz galiba maviydi ama derinliklere biraz yakından bakınca ürpertici bir karanlık vardı sanki içinde.
Eminönü’nde korkulu gözlerle gemiden indiğimde, bir an kaybolup gideceğim endişesine kapılmıştım. Nasıl bir dünyaya gelmiştim, kalabalıklar uğultular içinde farklı yönlere savruluyorlardı, balık-ekmek satıcılarının, limonatacıların, sucuların, gazozcuların arşa yükselen sesleri arasında boynuzlu troleybüslerden birisine bindiğimde sanki küçük bir mahşer provasından çıkmış gibiydim.
***
Troleybüsün son durağı Fatih-Draman’daki İmam-Hatip okuluydu. O günün şartlarında Anadolu’dan tek başına gelen 14 yaşında bir çocuk için İstanbul’da okumak hiç de kolay değildi. Okulda yatılı kalabilmek için bile bir yıllık bin lira yurt parası vermek gerekiyordu. İlk yılki paramı köyden çıkarken annem kendi elleriyle diktiği Amerikan bezinden atletimin içine bir cep yapmış ve etrafını da kalın ipliklerle dikmişti. Öyle ki kayıt için parayı o özel cepten alabilmek için epey zorlanmış ve nihayet biraz yırtarak da olsa çıkarmayı başarmıştım.
O yıllarda İmam-Hatipler’deki eğitim kalitesi şimdiki dönemle karşılaştırılamayacak kadar yüksek ve son derece başarılıydı. Sadece okul içinde değil, okul dışı sosyal ve kültürel etkinlikler anlamında da o yılların kalite standartları hayli yüksekti.
Düşünün, bir İmam-Hatip orta ikinci sınıf öğrencisi olarak cumartesi günlerini iple çekiyor ve okuldan çıkar çıkmaz MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki binasına koşuyordum. Zira MTTB’de her cumartesi konferanslar, seminerler, sosyal etkinlikler ve kitaplarla buluşuyordum. Hiç unutmuyorum, bir cumartesi rahmetli Sedat Yenigün’ün Tanpınar’ın Huzur romanı üzerine semineri vardı. Geç kalırım endişesiyle otobüs beklemekten vazgeçip, Draman’dan Cağaloğlu’na neredeyse koşarak gitmiştim. Ve seminer boyunca bir defter dolusu notlar tutmuştum. Ara sıra kütüphanemi karıştırırken bir çocuk muhayyilesiyle kurşun kalemle yazdığım o notlara bakıp hatıraların solgun denizini seyrediyorum.
İşte o hatıralar denizindeki kısa yolculuklarımdan birinde Eşref Edip’in kendi elleriyle imzalayıp verdiği ‘Kara Kitap’ını buluyorum. Ve bu yolculuk beni 45 yıl önce ziyaret ettiğim Eşref Edip’e götürüyor... O günlerde kim beni Eşref Edip’e yönlendirdi ayrıntılarını tam hatırlamıyorum ama muhtemelen MTTB’den bir arkadaş yönlendirmiş olabilir. MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki merkez binasının karşısında ahşap bir binanın ikinci ya da üçüncü katı... Kapıyı çalıyorum, karşımda uzun boylu, saçları bembeyaz, muhteşem bir İstanbul beyefendisi...
***
Hayal meyal hatırladığım kadarıyla o güzel insan bana kitaplardan, Türkiye’nin o günkü meselelerinden bahsediyor. Şu anda hiçbir ayrıntıyı hatırlamıyorum, çünkü henüz 14 yaşındaydım. Ayrılırken arkadaşlarıma da vermem için 5-10 adet ‘Kara Kitap’ vermişti. Öylesine bir nezaket abidesiydi ki, beni uğurlamak için merdivenlerin başına kadar gelmiş ve benim inmemi beklemişti. Bir çocuk olarak bu nezaketin altında ezilmiştim.
Hafızalarımızı tazelemek için Eşref Edip’le ilgili kısa bir not aktarmakta yarar var. Bilindiği gibi Eşref Edip 1882’de Selanik-Serez’de doğmuştur. Gazeteci, fikir adamı ve hukuk doktorudur. Mehmet Akif’in şiirlerini yayımladığı Sırat-ı Müstakim (sonraki adıyla Sebilürreşâd) adlı derginin sahibidir. 1908’den başlayarak 1966’ya kadar çeşitli aralarla 58 yıl boyunca 1107 sayı bu dergiyi yayımlamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında dergi yoluyla milli mücadele hareketini desteklemiştir. Eşref Edip, Türkiye’deki laikliğin giderek bir din düşmanlığına dönüştüğünü savunmuştur. Kara Kitap bunun örnekleriyle doludur.
Kurtuluş Savaşı yıllarında işgal güçlerinin artan baskısı üzerine İstanbul’dan ayrılan Eşref Edip, Kastamonu’da Mehmet Akif ile buluştu ve Sebilürreşâd’ı Kasım 1920’den itibaren bir süre kaldığı bu şehirde çıkardı; birçok yerde Milli Mücadele’yi destekleyen konuşmalar yaptı, Kastamonu ve çevresinde mücadeleyi Mehmet Akif ile birlikte örgütlemiştir. Eşref Edip, Türkiye’de çok partili hayata geçişle birlikte Sebilürreşâd’ı yeniden yayımlamaya başladı. Bu yıllarda dergide Ömer Rıza Doğrul, Kazım Nami Duru, Cevat Rıfat Atilhan, Tâhir Olgun, Ali Fuat Başgil ve Hasan Basri Çantay’ın yazıları yer aldı. Ve 15 Aralık 1971’de vefat etti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.