Devletin kapısı ‘alnı secdeli’ dahil herkese açık olmalı
Bazı okurlarım pazar günü yayınlanan yazımda özellikle altını çizdiğim “Devleti ‘ağzı dualı-alnı secdeli’ bürokrasi kriterinden kurtarmamız gerekiyor” ifadesine itirazları var. Diyorlar ki “Devlette dindar insanların yer almasını istemeyenlerin oyununa geliyorsun. Vesayet Türkiye’si yıllarca dindarları devletten uzak tutmaya çalıştı.” Elbette bu itiraza katılmamak mümkün değil. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti devletine hakim olan ideolojik ve despotik zihniyet yıllarca kapılarını dindarlara kapatmıştır.
***
İşte tam da bu yüzden, böylesi bir gerici anlayışın egemen olduğu otokratik devlet sistemi sürdürülebilir olma özelliğini zaman içinde kaybetmiş ve tedavülden kalkmıştır.
Benim kastettiğim, devlette yer almak için ‘alnı secdeli’ olmanın bir kriter haline gelemeyeceği anlamındadır. Yoksa elbette dindar insanlar da, farklı kimlik ve inanç gruplarına mensup olanlar da devlet bürokrasisinde özgürce yer alabilmelidirler. Zaten yasaların ve kuralların hakim olduğu bir demokratik hukuk devletinin temel özelliği her bir vatandaşını aynı eşitlik prensibiyle kucaklayabilmesidir.
Devlet bürokrasisinde yer alabilmenin bir tek kriteri olabilir ‘bilgi’ ve ‘liyakat...’Bunun dışında konulacak her kriter devlet hiyerarşisini ve ahengini bozacak bir potansiyele sahiptir. Bir kez daha tekrarlamakta yarar var, devletin kapısı herkese açık olmalıdır, ama kimse devlet içinde tıpkı yaşadığımız FETÖ musibetinde olduğu gibi Pensilvanya’dan ya da başka bir cemaat ve grup liderinden talimat alarak bir yapılanma içinde olamaz.
Maalesef son yıllarda fiili olarak bir bakıma kriter haline gelen ve kesinlikle liyakat esasına dayanmayan ‘alnı secdeli’ olma anlayışı, Türkiye’yi sonu 15 Temmuz felaketiyle biten bir badireye sürüklemiştir. Yaşadığımız onca tecrübeden sonra kulağımıza küpe olması gereken bir gerçek var ki, liyakat ve hukuk kurallarını by-pas ederek oluşacak her kriterin ‘devleti ele geçirme’ ile sonuçlanması mukadderdir.
Bütün Cumhuriyet hükümetleri boyunca yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, bizde bütün inanç grupları ve ideolojik yapılanmalar, devlete kendi adamlarını yerleştirme, yani devleti ele geçirme gayreti içinde olmuşlardır. Siyasi yelpazenin hangi tarafında yer alırsa alsın hemen her iktidar, kendi ideolojik kıtalarını devlete taşıma konusunda son derece cömert davranmışlardır. Maalesef siyasi tarihimizin bu arızalı geleneğinin bu ülkeye maliyeti her zaman ağır olmuştur.
***
İşte hiçbir liyakat esasına dayanmayan bürokrasiyi kuşatma anlayışıyla oluşan kurumsal zihniyet yapısı, sonunda Türkiye’yi FETÖ’cü bir ihanet duvarına çarpmıştır.
Ama bu gelenek değişmelidir, daha doğrusu değişmek zorundadır. Zira liyakat esasına göre şekillenmeyen kurumsal yapılar ülkeyi kalite standardı yarışmasında değil, olsa olsa ancak seviyesizlik müsabakasında temsil edebilirler. Hemen belirtmekte yarar var; eğer liyakate, bilgiye ve kaliteye dayalı yeni bir zihniyet değişimini gerçekleştiremezsek, şu anda FETÖ’ye karşı verdiğimiz zorlu mücadele, korkarım kriminal düzlemde bir temizliğin ötesine geçemeyecektir. Evet suyun yüzüne çıkan FETÖ’cüler devletten temizlenir ama arazi ıslah edilmediği sürece FETÖ’cü ya da benzer zararlılar bu devlet toprağında üremeye devam eder.
Bu konuda Hz. Peygamber’in şu hadisinin son derece uyarıcı olduğu kanaatindeyim: “Emanet ehline verilmediği zaman ortaya çıkacak kargaşayı, kıyametin kopmasını bekle.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.