Gönül coğrafyamız, fokur fokur kaynıyor, bizi bekliyor…
Bu toplumda bir “şey” var; başka toplumlarda olmayan bir şey bu: Ruh.
O yüzden Türkiye ruhsuz dünyanın ruhu, mazlumların umududur, diyorum.
Dikkat buyurulsun lütfen: Umudun kaynağı ruhtur; ruhun olduğu yerde yeşerir umut.
Ruhun olmadığı yerde yalnızca gürûh vardır.
Amerika’dan yayılan ruhsuz popüler postmodern kültür, yalnızca gürûh’lar icat ediyor…
Dünyaya ruh’u biz armağan edeceğiz: Arakanlı Müslümanlara yalnızca bizim sahip çıkmamız, bunun küçük ama önemli bir işaret fişeği…
BU TOPLUMUN RUHUNUN İKİ TEMELİ: İRFAN VE ÇİLE
Bu topluma ruh’unu veren “şey” nedir, peki?
İki şeydir: Birincisi irfan, ikincisi de çile’dir.
Bu toplumun mayası irfanla karılmış, çile’yle yoğrulmuş, buradan ruh doğmuştur.
Fussilet Sûresi 53. âyette emredilen iki özellik, “enfüs” ve “âfak”, bizim ruhumuzu oluşturan iki kurucu ilkede ete kemiğe bürünmüştür.
Âyette, enfüs de, âfak da “yolculuk” metaforu üzerinden tasvir ve tarif edilir.
Hakikate ulaşmak için enfüs’te ve âfak’ta yolculuk yapmamız emredilir bize…
Enfüs, içe doğru yolculuk; âfak’sa dışa doğru yolculuktur.
Bu âyet, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav) tarafından zihin ve ufuk açıcı bir şekilde tefsir edilmiştir.
Buna göre, asıl yolculuk “enfüs”te, yani içe doğru yapılan yolculuktur. Kişi, iç yolculuğunu tamamlayıp olgunluğa ulaştığı ândan itibaren “âfak”ta / dış dünyada yolculuğa çıkmaya başlar, hem zihnini, hem kalbini harekete geçirir ve ortaya ruh çıkar.
Böylelikle kişi, önce kendine çeki düzen verecek, sonra da, iç yolculuk ve olgunlaşmanın meyvesini dışarı’da, dış dünyada görecektir.
İç yolculuğunu tamamlayanlar, dışarda dört nala koşarlar…
EHL-İ SÜNNET OMURGA’YI İRFAN VE ÇİLE’YLE İNŞA ETTİK…
İşte bu toplumun mayası irfanla karıldı ve bu toplum, iç dünyasını sağlam temeller üzerinden inşa etti.
Haçlı ve Moğol saldırılarının İslâm dünyasını kasıp kavurduğu bir yok oluş mevsiminde, mayası irfanla karılan Selçuk ve Eyyüb çocukları, bütün zorluklara göğüs gerdiler, muazzam bir çile çektiler, çile onları bileyledi, mayayı ruha dönüştürdü ve bütün saldırıları püskürttüler.
Böylelikle İslâm medeniyeti yaşadığı ve İslâm dünyasını kasıp kavuran bu felâketi, işte bu ruhla aştı.
O yüzden bu toplum her zaman “kurucu” ve “koruyucu” oldu: Hakikat bayrağını yere düşürmemek için üç kıtada, yedi iklimde büyük bir direniş ve diriliş destanı ortaya koydu.
Selçuklu ve Eyyûbīler direnişin adı oldu, dirilişin tohumlarını ekti.
Osmanlı’ysa, dirilişin ve üç kıtada hakikat bayrağını dalgalandırmanın, dolayısıyla adalet, hakkaniyet, sulh ve selâmete dayalı aşılamamış bir medeniyet tecrübesinin ve ufkunun adı ve adresi.
Yaklaşık bin yıl muazzam bir gönül coğrafyası inşa edildi. Bu gönül coğrafyasının omurgası, şemsiyesi Ehl-i Sünnet’ti. İslâm dünyasını tam bin yıl dimdik ayakta tutan, birleştiren, evrensel bir dünya düzeni kurulmasını mümkün kılan bu Ehl-i Sünnet omurganın kurulabilmesi ve bütün Müslümanları koruyabilmesi, işte bu irfan mayası ve çile tecrübesiyle sözkonusu olabilmişti.
İrfan mayası ve çile tecrübesi, bu toprakların çocuklarına muazzam ve sarsılmaz bir ruh armağan etmişti.
BU RUH, YERİ VE ZAMANI GELİNCE FIŞKIRACAK…
Bu ruh, son iki asırdır yara aldı ama yok edilemedi. O yüzden bu toplum, sömürgeleştirilemedi, dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek toplumu olarak tarihe geçti.
İşte yaralanan, örselenen ve üzeri örtülen bu ruh, yeri ve zamanı gelince fışkırıyor yeniden yerinden… Bizim, mazlumların imdadına koşan, bunu hiç bir karşılık beklemeden yapan tek toplum olmamızın sırrı burada gizli işte.
Bu ruh, dünyayı kurtaracak yeniden -eğer biz bu ruhla hakkıyla donanabilirsek elbette.
Bu ruhun küre ölçeğine yayılan bir gönül coğrafyası var: Balkanlar’dan Malay havzasına kadar uzanan manevî bir coğrafya bu…
O yüzden bu devâsâ coğrafya bize bakıyor, bizimle yatıp bizimle kalkıyor ve bizim yeniden ayağa kalkmamız için dua ediyor bize…
Dünyada dünyanın dört bir tarafında kendisine dua edilen tek toplum olduğumuzu unutmayalım.
GÖNÜL ERLERİ VE ELÇİLERİ’NE DİKKAT!
Son on yıllarda gönül coğrafyamızda büyük bir canlanma ve hareketlilik var: Tasavvufî cemaatlerden TİKA, İHH, Kızılay, Diyanet Vakfıgibi kuruluşlarımıza kadar pek çok oluşumun katkısı büyük bu canlanma ve hareketlilikte…
Bu “oluşum”lardan biri de kısaltılmış adı YTB olan Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Topluluğu Başkanlığı.
YTB, çok büyük bir işe imza atıyor: Gönül coğrafyamızın gönül erlerini ve elçilerini yetiştiriyor: Dünyanın dört bir tarafından Türkiye’de okuyacak öğrenciler seçiyor, onlara burs veriyor.
YTB’nin ve İHH’nın desteklediği oluşumlardan biri Kosova Mamuşa’daki Gönüleli Derneği. Başkan Buyar Morina ve arkadaşlarının samimi gayretleriyle Gönüleli Derneği Mamuşa’nın en etkin, en saygın kurumlarından biri hâline gelmeyi başardı.
Türkiye’de okuyan öğrencilere burs veren Gönüleli Derneği’nin gönül erlerinin daha fazla desteğe, ilgiye ihtiyacı var. Çok güzel hayalleri olan bu kardeşlerimize gereken ilgiyi göstermek ve desteği vermek boynumuzun borcu.
GÖNÜL COĞRAFYAMIZ, FOKUR FOKUR KAYNIYOR, BİZİ BEKLİYOR…
Türkiye, Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya, oradan Orta ve Uzak Asya’ya kadar uzanan gönül coğrafyasına gönül elini hakkıyla uzatmaya başladığı zaman neden ruhsuz dünyanın ruhu ve mazlumların umudu olduğunu dünya âleme göstermiş olacak…
Gönül coğrafyamız bize bakıyor, bizi bekliyor…
Dünyada hiç bir ülkenin sahip olmadığı bir imkândan sözediyorum.
Eğer gönül ve ruh coğrafyamıza kısa, orta ve uzun vadeli projelerle, kalıcı, köklü kültürel, ekonomik ve siyasî stratejilerle açılabilirsek, bizim önümüzde kimse duramaz.
Türkiye’nin ABD ve Almanya tarafından hedef tahtasına yatırılmasının en önemli nedenlerinden birinin, belki de en önemli nedeninin bizim gönül ve ruh coğrafyamızdaki etkimizin ve etkinliğimizin hızla artıyor olması gerçeği olduğunu özellikle hatırlatmak isterim.
Gönül ve ruh coğrafyamızla, doğru kişilerle, doğru oluşumlarla ve doğru, uzun soluklu stratejiler geliştirerek ilişkikurabilirsek, geleceği biz belirleriz hep birlikte yeniden biiznillah.
Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.