Nedim’in en büyük marifeti
Bugünden bakınca tarihteki iniş ve çıkışları teşhis etmek kolaydır.
Kronoloji önümüzde. İşte, Viyana önlerine kadar varmışız.
Sonra da geri geri, İstanbul varoşlarına kadar çekilmişiz.
Demek ki önce ilerlemişiz, sonra gerilemişiz.
Ulan kolaymış bu tarih!
Değil.
Niye değil olduğunu geniş zamanda anlatırım.
Büyük şairimiz Nedim’in yaşadığı zamanlar, bugünden bakılınca, ‘duraklama devri’ dediğimiz yıllara rast geliyor.
Fakat, tarihin içinde yaşayanlar nasıl fark etsin, duraklıyor muyuz, geriliyor muyuz, ilerliyor muyuz?
***
En azından, Nedim, nasıl fark etsin?
Her şey iyi. Kavga gürültü yok.
“Gülelim, eğlenelim, kam alalım dünyadan.”
Başka yapacak ne var?
“Gidelim serv-i revanım yürü Sa’dabade.”
O günlerdeki sefahati görüp ‘başımıza taş yağacak’ diyenler mutlaka olmuştur.
(Sonradan yağdı taş. Her taraf hak ile yeksan oldu. Adını biliyorsunuz, Patrona Halil.)
Sadabad gecelerinde, sırtlarına mum dikilmiş kaplumbağalar rengarenk lale bahçelerinde kaplumbağa adımlarıyla yürürken, kimin aklına gelir Patrona Halil?
“Erişdi nevbahar eyyamı açıldı gül-i gülşen
Çerağan vakti geldi lalezarın didesi Ruşen.”
Böyle bir havada, kim dinler ‘başımıza taş yağacak’ diyeni?
(Bu arada, Patrona Halil’in Bayazıt’taki hamamının çok kötü, çok beceriksizce restore edildiğini de söyleyeyim.)
Herkes, güçlü vezir Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın peşine katılmış gidiyor.
Nedim de dahil.
Yok garezim Nedim’e. Şu fani dünyada şiirden aldığım hazzın hatırı sayılır bir kısmını Nedim’e borçluyum.
Nedim o devirde kurulan tercüme heyetlerinde vazife yapmıştır. Bir müderristir aynı zamanda. Yani, ilim, irfan sahibidir.
(Sakın Nedim’den bir molla çıkarmaya çalıştığımı düşünmeyin. ‘Nim sun peymaneyi, saki tamam ettin beni’ diyebilen bir adamın molla olma ihtimali pek zayıftır.)
Lale Devri’ne de garezim yok.
Lale Devri’nin laleye ve Sadabad’a indirgenmesi haksızlıktır.
İpin ucu kaçmasaydı, bir imar ve restorasyon devri olarak geçebilirdi tarihe.
Olmadı. Zıvanadan çıktık.
O yılların İstanbul’u, muhtemelen, bütün dönemlerin en güzel İstanbul’udur.
Nedim, aynı zamanda bir İstanbul şairidir. Bu yönü, bütün Divan Şairlerinden ileridir.
“Bu şehr-i Sitambul ki bi-misl ü behadır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.”
Bu kaside, o İstanbul için yazılmıştır.
Nedim, Damat İbrahim’den torpillidir. Damat İbrahim’i Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’e benzetmesinin –ve daha nice kasidelerinin- faydasını görmüştür.
Ama, Nedim’in şiirinin torpille alakası yoktur. Şiiri has şiirdir.
Mesela, şu mısra, hiç kimse tarafından daha güzel söylenemez.
“Tahammül mülkünü yıktın Hülagu Han mısın kafir?”
Bu gazelin içinde birtakım sorunlar bulunabilir. Benim de kafam takılıyor.
Bilhassa ikinci beytinde. Hadi yazayım.
“Kız oğlan nazı nazın şehlevend avazı avazın
Belasın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kafir.”
Fakat, baş döndürücü bir gazel olduğunu kim inkar edebilir?
“Nedim-i zarı bir kafir esir etmiş işitmiştim
Sen ol cellad-ı din, ol düşmen-i iman mısın kafir?”
Başkalarını bilmem. Ben, şiirde zekayı severim. Dozunda kalması ve pis pis sırıtmaması kaydıyla.
İşte, Nedim’in nüktelerine bir misal:
“Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana.”
(Şiiri aracısız okuyabilenlerden özür dileyerek küçük bir lügatçe vereyim: Leb, dudak. Mecruh olmak, yaralanmak. Dendan-ı sin-i buse: Buse kelimesindeki ‘sin’ harfinin dişleri. La’l: Kızıl bir kıymetli taş.)
Şu da çok hoş:
“Güllü diba giydin ama korkarım azar eder
Nazeninim saye-i har-i gül-i diba seni.”
(Yine lügatçe. Güllü diba: Gül desenli bir giysi. Azar etmek, yaralamak. Saye-i har-i gül-i diba, dibanın gülünün dikeninin gölgesi.)
***
Emin değiliz, Patrona’nın isyanı sırasında damdan düştü de mi öldü, yoksa maruz olduğu evham illetinden mi?
Dedesi linç edilerek öldürülmüş Nedim’in. Böyle bir ‘öykü’ bütün bir hayata sirayet edebilir.
Eğer öyleyse, Nedim’in en büyük marifeti, içindeki gam ve kasaveti güllerle, lalelerle örtmeyi başarmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.