Eski toprak insandan ne öğrenirsiniz?
Heyecanlıyım. Önemli bir görüşmem var. Gideceğim yerin bulunduğu caddenin ismine bakın: Klodfarer Caddesi. Bir önceki cadde, Babıâli Caddesi. Diğer caddelerin isimleri daha afili: Hükümet Konağı, Alay Köşkü, Divan Yolu, Yeniçeriler Caddesi… Ne muhteşem isimler. Anladınız mı nasıl bir mekânda dolaştığımı? Eski İstanbul. Sultanahmet civarı. İnsan caddelerin isimlerine baksa yeter. Tarih, edebiyat, eski toprak kokuyor her yer.
Dergah Yayınları, yıllardır Klodfarer Caddesi'ndedir. Ve Mustafa Kutlu, yıllardır diğer kurucu arkadaşları gibi, bu yayınevine gider, gelir.
Önceki gün, oğlu Murat ile haber gönderdi: “Dergah’ta buluşalım”. Fena havaya girdim.
Tarihin vesikası gibi bu sokaklarda yürürken ve cadde isimlerini hayranlıkla okurken, aklıma geldi: Dergah Yayınları'na böyle bir sokakta olmak yakışırdı. Mustafa Kutlu’ya da Dergah’ta olmak.
Yıllar var görmedim Mustafa Kutlu’yu. Heyecanım biraz da bundan. Telefonla konuştuğumdan ve hakkında yazdığım yazıdan beri (30.08.2017), buluşacağımız günü bekliyorum.
Sonunda buluşuyoruz işte.
Tarih fışkıran eski sokaklarda, eski toprak, eskimez ağabeyle buluşmak… Evet kıskanılacak bir durum sizin için!
Bir hikâyeci olmasından mıdır, yoksa böyle olduğu için mi hikâyecidir bilmem, sohbetini tatlı bir hikâye dinler gibi dinliyorsunuz. Aslında konu ekonomi ve serbest pazar. Yani hiç de hikâye edilecek bir şey yok. Ama var işte. Mustafa Kutlu anlatınca içine bir hikâye, bir masalsı anı giriyor…
“Demirel’in muhteşem bütçe konuşmaları vardı. Bizim şık giyimli, janti görünümlü bir vekil var (adı bende saklı), eski Meclis'te en önde oturuyor. İkide bir, Demirel’e laf atıyor. İlk lafında bakıyor Yasin’e ses etmiyor. İşi var. Sağa, sola gidip, geliyor Meclis’te. İkinci kere laf atıyor Yasin. Demirel duruyor önünde: ‘Yasin Bey bilirsin, atışmayı severim. Lakin bugün ekonomi için önemli gün, bütçeyi konuşuyoruz. Uğraşma benle.’
Yasin genç tabii, durur mu yerinde. Üçüncü lafı da patlatıyor. Demirel geliyor karşısına:
-Sen Çorumlusun değil mi?
-Evet
-Peki söyle bakalım Çorum’da kaç lise var?
-…
-Onu bilemedin, peki kaç ortaokul var?
-…
-Hadi onları bilemedin, peki kaç ilk okul var?
-…
-Daha memleketinde kaç okul var bilmiyorsun, bir de benle uğraşıyorsun.
Demirel yaman adamdı, tüm okul sayılarını kafasında tutardı.”
Sağlık sorununu konuşmak istemedi. Ben de öyle. Ama çok iyi gördüm. Mütebessim, canlı, muhakemesi güçlü.
Bir deryaya benzeyen heybesine elini her attığında, bazen Namık Kemal’den bir şiir, bazen de Abdullah Cevdet’ten bir misal çıkıyor hafızasından.
Sonra bugüne geliyor. Bugünün dertlerini görüyor ve yüzündeki tebessüm biraz burukluğa çalıyor.
“Ben 63’te liseden mezun oldum. 13 ders vardı. Hepsinden sözlü olurduk, birini veremedik mi sınıfı geçemezdik. O kadar zordu. Lise mezunlarını sokakta gördüler mi, parmakla işret ederlerdi.
Sonra dediler ki, Avrupa bizi alacak, mezun sayısını arttırmamız lazım. Devlet bir öğrenciye çok masraf yapıyor, sınıfta tekrar yapmasın bahanesiyle, 8 zayıfı olan çocuğu bile mezun ettiler. Ne oldu sonra? Kalite dibe vurdu. Nicelik arttı ama nitelik mahvoldu.
İstatistiği arttırmak için eğitim sistemini mahvettiler. Bugün hala, her gelen bakan, bir sistem bulup, deneme yapıyor. Maarif meselesi kanayan yaramızdır. Oysa Abdullah Cevdet…. ”
…/…
Mustafa Kutlu ya da onun kuşağındaki başka biriyle her konuştuğumda yeni ve etkileyici şeyler öğreniyorum. En başta nezaketi, sonra da bilginin derinliğini. Namık Kemal’den bir mısra okuyan, Abdullah Cevdet’tin maarif sistemini kurma hikayesini anlatan kaç insan var etrafınızda?
Sanırım yeni kuşak gençler, eski toprak biriyle konuşmanın ne anlama geldiğini çok hissedemiyorlar. Şöyle bir deneyle meseleyi anlayabilirler.
Bir gün, yeni kurulan ilçelerden birinin sokaklarında dolaşın. Ataşehir gibi. Cadde isimlerine, sokaklara, evlere, parklara bakın. Sonra Sultanahmet’e gidin, İstanbul Üniversitesi’ne kadar yürüyün. Caddelere, sokaklara, binalara bakın. İsimlerini inceleyin.
O zaman eski toprak insanlarla bir arada bulunmak ne demek, çok iyi anlayacaksınız.
Mustafa Kutlu’yla çay içtik, kahve içtik, birer sigara tüttürdük. Kitaplarını imzalattım. Fotoğraf çektirdik. Sonra huzur bulmuş bir ‘genç adam’ olarak, o eskimez sokaklarda yürüyüp, bu yazının başına oturdum.
Mutluyum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.