Topçu’nun öğrettiği ‘ahlâk’a ihtiyacımız var
29 Ekim resepsiyonunda bu sene büyük izdiham vardı.
Önceki resepsiyonlarda Külliye’nin bahçesi de kullanılıyordu. Hava bozuk olduğu için bu defa bahçeye çıkılamadı. Herkes kapalı alanda kalınca izdiham arttı.
Ben izdihama giremedim. Kalabalığın seyrekleştiği nispeten havadar yerlerde kaldım.
Her zaman olduğu gibi, sayısız dostla ayaküstü hasbihal etme imkanı buldum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘karizma’sını insanların yüzlerinde, davranışlarında, Külliye’nin havasında, bir kez daha gözlemlemiş oldum.
Söylemek zait sayılabilir, ama söyleyeyim. Bu karizma rakipsiz.
Bu dediklerimin dışında en çok alakamı çeken Cumhurbaşkanlığı Ödülleri oldu.
Birer cümleyle değinmek isterim.
***
Tarih ödülü İlber Ortaylı’ya verildi. Ortaylı, herhalde herkesin en çok tanıdığı tarihçidir. Tarihin popülerliğini sağlayan ilim adamlarımızdan. Yani ödül, gerekçesiyle mütenasip.
Müzikte ödüle layık görülen Göksel Baktagir’i bir iki kere –canlı olarak- dinleme fırsatı bulmuştum. Emsali yoktur.
Yavuz Turgul, çok ödül sahibi, çığır açan, Türk sinemasına ufuk gösteren bir sinema adamı. Sadece Eşkıya’sı bile ödül için yeterli.
Hat sanatı çocukluğumda can çekişiyordu. Sonra yavaş yavaş ‘geleneksel bir sanat’ olarak hayata döndü. Ali Toy’u, hattın gelenekselliğine halel getirmeden, derinleştirerek, güzelleştirerek yenileyen bir hattat olarak hatırlıyorum.
Resmi severim, fakat, anhasını, minhasını fazla bilmem. Selahattin Kara’nın tablolarını bazı mekanlarda görüyorum. Bu sene, değerli dost Mehmet Çebi’nin davetine icabet ederek bir sergisini de gezdim.
Ehil olmadığım için fazla ileri gitmek istemem. Bir ‘seyirci’ olarak İstanbul tablolarını, bilhassa renk tercihlerini çok beğendiğimi söyleyebilirim. (Bu arada, Çebi’nin sanata katkıları da son derece kıymetli ve ‘iltifat’a şayan.)
Bu yazıyı yazmamın asıl sebebi Vefa Ödülü’ne layık görülen Merhum Nurettin Topçu’dur.
Adı anılınca, gözümün önünde bir ahlak abidesi canlanıyor.
Ahlak, az bulunur bir şey. Az bulununca kıymeti artıyor.
Bir fikir akımı olarak sosyalizmin çok revaçta olduğu ve ‘sağ cenah’ta Amerikan muhipliğinin yaygınlaştığı bir devirde ‘İslam Sosyalizmi’ kavramına meyletmiştir.
Belki, ‘sosyalizm’ kelimesi onun eksik, hatta yanlış yorumlanmasına sebep olmuştur.
Bence, göstermeye çalıştığı şey İslam Ahlakı’ydı.
‘İsyan Ahlakı’ dediği de ‘İslam Ahlakı’dır.
İsyan, ‘mutlak itaate ulaşabilmek için, daha üstün bir nizama ulaşmayı, Allah’a doğru yükselmeyi’ ifade etmektedir.
Birinci Meclis’in kahramanlarından Hüseyin Avni Ulaş’ı daha çocukluğunda tanımış olması, Topçu’daki ‘isyan’ ve ‘ahlak’ fikrinin mayalanmasında herhalde etkili olmuştur.
Ahlak, felsefi bir kavram değildir Nurettin Topçu’da?
Topçu’nun hayatının ta kendisidir.
Bir iki ‘alamet’ göstereyim ki, bugün o ahlaktan ne kadar uzaklaştığımız anlaşılsın.
***
Topçu Galatasaray Lisesi’nde felsefe hocası. Sene 1935 veya 36.
İsmail Kara’dan naklediyorum:
“Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği nüfuzlu ailelerin çocuklarından altı kişilik bir öğrenci listesini Topçu’ya vermiştir. Topçu bu teklife karşı “Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler” cevabını verir. Neticede talebelerin bir kısmı ikmal imtihanında kalır. Ankara’nın tepkisi gecikmez ve Topçu’nun tayini İzmir’e çıkar.”
Bir başka ‘sahne.’ Daha önce yazmıştım ama, tekrarında fayda var.
Bu kez Topçu İmam-Hatip’te Felsefe dersleri veriyor. Müdür, Mahir İz Hoca.
Nurettin Bey, muhasebede biriken ders ücretlerini almıyor. Mahir Bey, durumu Nurettin Bey’e bildiriyor.
Topçu’nun cevabı:
“Ben buraya ücret için gelmiyorum.
İbadet için geliyorum.”
Mahir Bey ısrar ediyor.
“Hocam tahakkuk ettirilmiş.
Kadının zimmetinde duruyor. Sen imzala, biz fakirlere veririz.”
“O parayı zimmetime geçirdikten sonra ister harcamışım ister fakire vermişim.
Bir şey değişmez.”
Dört sene ücretsiz ders veriyor
Nurettin Topçu.
Lafı uzatmayayım.
Topçu’nun öğrettiği ‘Ahlak’a ihtiyacımız var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.