Hem carimiz açık hem de milliyiz
Geldiğimizde kredi piyasasının sadece 66 milyar TL büyüklüğü vardı. GSYH’ya oranı da yüzde 12-14 aralığında seyrediyordu.
Tabiri caiz ise şimdi her yer kredi oldu.
Bankaların toplam kredisi 2 trilyon liraya ulaştı. Ve kredilerin GSYH’ya oranı da yüzde 70’lere dayandı.
2001 krizinde faizler yüzde 3 binleri aştığında kredi az olduğundan her yer batmadı. Ama bugün faizler yüzde 25’e geldiğinde her yer batacak duruma geliyoruz. Çünkü;
üretici krediye bağlandı
tüketici krediye boğuldu
esnaf kredi çıkmazında
Ekonomi aktörleri faize çalışmanın ötesine geçemiyor.
Neden?
Kredi Garanti Fonu üzerinden verilen yeni kredilerin büyük kısmının tüketime gittiğini biliyoruz. Maalesef üretimde istediğimiz kıpırdanma olmuyor. Hatta kapasite kullanım oranı sınıra yaklaşmasına rağmen yeni büyük yatırım gerçekleşmiyor.
Neden?
***
AK Parti iktidarı döneminde 600 milyar dolara yakın cari açık veren bir ekonomi modeli işlettik.
Bizim carimizdeki bu açığı yabancılar kapattı.
O yabancıların ki, paranın yüzde 80’inden fazlası AB ve ABD’den geldi.
Neden böyle oldu?
Çünkü ürettiğimizden fazla tükettik. Gelirimizden fazla harcadık. Az ürettik-çok tükettik. Yabancıdan gelen para ile büyük ekonomik güç olduğumuzu iddia ettik.
IMF’nin 25 milyar dolar borcunu kapattık ama dış borcumuzu 300 milyar dolar artırdık. Devletin borcunu azalttık ama özel sektörü aşırı borçlandırdık.
***
Evet, Türkiye hala stok olarak büyük borç krizi yaşamıyor. Ama yıllardır şu noktayı anlatmaya çalışıyorum: Borçlanma oranı ile yatırım oranı ilişkisi çok zayıf. Borçlanıyoruz ama bu paraları yatırıma-üretime değil, tersine tüketime aktarıyoruz.
Temel meselemiz aslında bu nokta.
Şimdi enflasyon yüzde 12.0 sınırında. Ama maliyet enflasyonları yüzde 17,0-25,0 arasında seyrediyor. Ekonomide büyük bir maliyet baskısı var. Bu maliyet baskısı ile tüketici enflasyonunun hızla düşmesi çok zor.
Düşerse de bu sefer üretici zorlanacak..
Enflasyon yükselince faizlerde de yükseliş yaşanıyor. Artık Merkez Bankası -Sıkı Para Politikası- yerine “Ucuz Para Politikası” uygular oldu.
Merkezin faizi yüzde 12,25 ama, kısa vadeli piyasa faizi yüzde 14,25...
Enflasyonu düşürmeden faizlerin düşmesi zor. Hele de krediye bağlılığın yüzde 70’lerin üzerine çıktığı bir yerde.
İktisadın en basit kuralı: Talebi düşürürsen (arz sabit) fiyat düşer. Veya arzı artırırsan (talep sabit) fiyat düşer:
Bankalara gelen paranın arzını nasıl artıracağız? Geçmişte dış borçlanma ile bankalar mevduattan fazla kredi veriyordu. Şimdi dış borçlanma kanalları kısılıyor.
O imkan azaldı..
İçerde tasarrufları artırmak için zaten enflasyonun üzerinde reel faiz vermek gerekiyor. Ama kredi talebi yerli mevduatın çok üzerine çıkmış durumda. O zaman geriye talebi kısmak kalıyor. Yani kredi talebini kısmak gerekiyor. Ama orada da tüketim hemen etkileniyor. Yatırıma zaten para kalmıyor.
Anlayacağınız yazın saz çalmaktan kışın ne yapacağımızı hesap edemedik. Bol para dönemini epey hoyratça geçirdik.
YATIRIM ŞARTI!
Paranın asıl değerini ülkenin büyüklüğü, kalkınma gücü vs vs şeyler belirler. Hatta askeri gücünüz bile paranın değerinde etkilidir. Ama kısa vadede paranın değerini faiz belirliyor.
Peki, büyüme faize mi bağlıdır?
“Evet” diyenler çok olacaktır. Ve kısa vadede elbette faiz yatırımları etkileyecektir. Ama soruna bir de AK Partinin 2003-2007 dönemi olarak bakar mısınız:
O tarihlerde yüzde 8,0-10,0 enflasyona karşılık yüzde 18,0-20,0 faizler vardı. Ve ekonomimiz yüzde 8,0-9,0 büyümeler sağlıyordu. Yatırımlarda da hızlı artışlar yaşanıyordu.
Galiba ekonomi için faiz oranı kadar demokratikleşme oranı da önemli etki oluşturuyor. Bir de o gözlükle bakmaya ne dersiniz?
Sonuç mu?
Bu kadar yüksek cari açık veren bir ekonomiyi milli olarak niteleyemeyiz. Neden milli ekonomi için IMF-Derviş’in yazdığı modeli bırakıp, yeni ekonomik model uygulamıyoruz?
Neden?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.