Geri dönüşsüz yollar
Her hamle, her demeç, her resmi ya da gayrı resmi açıklama; hasılı her gelişme, Afrin’le başlayan sürecin şu saatten sonra yarım bırakılmasının imkansızlığını ortaya koyuyor. Başlangıç günlerinde belki uluslararası meşruiyet açısından anlamı vardı ama bugün ABD ve Rusya’nın da dahil olduğu uluslararası güçlerin Afrin operasyonuna şöyle ya da böyle itiraz etmemiş olması yeterli destek olarak kayda geçmiyor.
Türkiye, sahada da masada da kartlarını açık oynamayı seçti, yolunu böyle çiziyor. Afrin herakatının ‘tema’sı ve planlaması YPG/PKK terörünün bertaraf edilmesi üzerine kurulu olmakla birlikte, siyasi anlamı şimdiden bunun çok ötesine taşınmış bulunuyor.
***
Bir yandan Afrin-Münbiç-Fırat’ın doğusunu kapsayan hattın temizlenmesi planının ilanı, bir yandan da özellikle ABD’ye yönelik kesin tavırdan anlaşılacak budur.
Önce Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve en nihayet Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamalarından anlaşılan o ki Türkiye, ABD’yi tümüyle gözden çıkarmaya hazır bir noktada bunuyor. Bozdağ, “Bizi ikna etmeye gelmeyin” dedi, Çavuşoğlu, “Tillerson görüşmesinde ilişkiler ya düzelecek ya da tamamen bozulacak” diye devam etti. Yıldırım ise, “ABD aklını başına alsın” diyerek iki ülke arasındaki ilişkilerin kritik seviyesini olabilecek en net şekilde tanımladı. Bütün bu açıklamalar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haftalardır ABD bağlamında yürüttüğü açık diplomasinin tamamlayıcı cümleleridir. Bilinen deyimle ve açık ifadeyle bir devlet politikasının yansımalarını duymaktayız. İki ülke ilişkileri tarihinde en ileri sözlerin söylendiği bir noktadayız… Tıpkı, Afrin harekatının geri dönüşsüzlüğü gibi, en yetkili ağızlardan gelen bu sözler de anlamlı bir adım atılmadığı müddetçe diplomatik geri dönüşsüzlüğe işaret ediyor.
Ankara apaçık bir şekilde, ABD’nin “Afrin-Münbiç ve Fırat’ın doğusunun terörden arındırılması” paketinden uzak durması halinde, ‘stratejik ortağı’ bir müttefik olarak da denklemden çıkarma eğilimini gizlemiyor. Böyle bir finali göze alabileceğini ifade etmekten kesinlikle çekinmiyor.
En nihayet, PKK terörü gibi Türkiye’nin bir numaralı meselesinde ABD’den destek alamadıktan sonra başka ittifaka ne hacet noktasında bulunuyoruz.
***
Bu noktaya nasıl gelindi? Birkaç yıllık problemler dizisi var ama yakın dönemi tarayalım… Önce, ABD yönetiminde kafa karışıklığı, belirsizlik, tutarsızlık var denilerek bir anlamda muhataplarımıza süre tanındı. Ne var ki kısa sürede Beyaz Saray’ın, Pentagon’un ve Dışişleri’nin Türkiye konusunda bir kafa karışıklığı olmadığı gibi hiçbir başka meselede görülmediği kadar antipatik bir tutumda ortak hareket ettiklerini gösterdi. Ankara’nın ilettiği hiçbir duyarlılığın bu merkezlerde karşılık bulmadığı anlaşıldı. YPG’nin silahlandırılması, silahların toplanma programı açıklanmaması, YPG gruplarının intikaline izin verilmesi ve en önemlisi de Münbiç konusunda tekrarlanan hassasiyete duyarsız kalınması bardağı taşırıp durdu.
Tekrara gerek yok, Türkiye uzun ve zorlu bir koridorda bulunuyor. Yine tekrara gerek yok; askeri ve diplomatik mücadeleyi sonuna kadar soğukkanlı olan kazanacaktır. Sadece cephede değil masada da üstelik birden çok masada soğukkanlı olmak mecburiyeti vardır. Güvenlik kaygısını bertaraf etmenin en ideal hali, uluslararası güçlerin de bir parçası olduğu düzenin tesisiyle temin edilebilir.
Soğukkanlılık ve müttefik hukukuna riayet iki tarafladır. İki ülke arasındaki ilişkilere hassasiyet göstermek Türkiye’nin olduğu kadar ABD’nin de sorumluluğundadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.