Türkiye’nin ve coğrafyamızın istiklâl ve istikbal mücadelesi...
Yaşadığımız sorun, ikinci büyük medeniyet krizidir: Coğrafyamızın işgal edilmesi, parçalanması; zihnimizin felçleştirilmesi, köleleştirilmesi ve donması.
Başka bir ifadeyle, hem Müslümanca duyma ve düşünme melekelerimizin yani müslüman zihninin yitirilmesi hem de Müslümanca yaşama zeminlerimizin yerle bir edilmesi.
Bu yazıda, bu krizi nasıl aşabileceğimizi, insanlığın önünü nasıl açabileceğimizi kısaca göstermeye çalışacağım.
BATI SALDIRISINI GÖZARDI EDERSEK HİÇ BİR ŞEYİ GÖREMEYİZ...
Bu çift yönlü krizin, bizden çok, Batılıların bütün dünyayı sömürgeleştirmelerinden ve zihnen felçleştirmelerinden kaynaklandığını bilelim.
Batı saldırısı, bütün medeniyetlerin kökünü kazımakla sonuçlandı. Bunu tarihçiler, tarih felsefecileri ve düşünürler de açıkça dile getiriyorlar.
Sözgelişi, Toynbee, “3 asır gibi kısa bir sürede, toplam 26 medeniyetten 16’sını yok ettik, 9’unu fosilleştirdik” diyerek bu gerçeği itiraf etmişti.
Batı saldırısı, bütün medeniyetlerin zihin yapılarını ve varoluş zeminlerini yerle bir etti, toparlanmalarını neredeyse imkânsız hâle getirdi.
Bugün Çin, Hindistan, Japonya ekonomik açıdan büyüyorlar ama kendi zihinlerini ve varoluş zeminlerini yok etme pahasına bu işi yapıyorlar.
Bu yüzden Japonya’nın, Hindistan’ın ya da Çin’in gelişinden değil, yok olmaya gelişlerinden sözedebiliriz: Çin de, Hindistan da, Japonya da, insanlığa, insanlığın önünü açacak yeni bir medeniyet tasavvuru sunmuyorlar; aksine yeni bir medeniyet tasavvuru sunamayacaklarını ilan etmiş oluyorlar!
Japonya, her bakımdan bitmiştir. Hindistan ile Çin ise bedenen yok olmamak için ruhen yokoluş sürecine giriyor...
O yüzden önümüzdeki çeyrek asırda dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı bizzat Batılılar tarafından itiraf edilen Çin’le, dolayısıyla Hindistan ve Japonya’yla uğraşmıyorlar; İslâm dünyasıyla uğraşıyorlar. İslâm’ın yeniden gelişini imkânsızlaştırmak için İslâm dünyasını kan gölüne çeviriyorlar.
Batılıların, İslâm dünyasına yerleşmelerinin temel nedeni, petrol ve doğal gaz yatakları değil; İslâm’ın yeniden gelişini durdurmaktır!
Ama başaramayacaklar bunu.
NEDEN GÜÇLENEN ÇİN’LE DEĞİL DE, PERPERİŞAN İSLÂM DÜNYASIYLA UĞRAŞIYORLAR?
Neden İslâm dünyası peki?
İslâm dünyası, iki asırdır köle olsa da, Batı emperyalizmine karşı direnen tek coğrafya hâlâ!
Batılıları çıldırtıyor bu!
Çıldırtıyor; çünkü Latin Amerika medeniyetlerini tarihe gömdüler; Afrika’yı canlı cenazeye dönüştürdüler; Asya’nın büyük medeniyetlerini fosilleştirdiler, kendilerine benzeterek yeniden tarih yapma imkânlarını yok ettiler.
Ama aynı şeyi İslâm dünyasına yapamadılar. Onca kana, işgale, soykırıma, gözyaşına rağmen
İslâm dünyası hâlâ direnmeye devam ediyor!
Daha da önemlisi, İslâm’ı dönüştüremediler, fosilleştiremediler.
O yüzden İslâm dünyasının İslâm’ın diriltici ruhuyla donanarak yeniden toparlanması her zamankinden daha fazla mümkün!
ÇİFT YÖNLÜ SALDIRIYI NASIL PÜSKÜRTEBİLİRİZ?
İslâm’ın yeniden gelişini ertelemek için iki yola başvuruyorlar: İslâm dünyasını dışardan işgallerle, iç-savaşlarla perperişan etmek istiyorlar.
İkinci olarak da, İslâm’ın içerden dönüştürülmesi ve İslâm’ın ana kaynakları hakkında şüphe oluşturmak için her yolu deniyor, her tür adamı, akımı, öne çıkarma, parlatma, kısacası paralel dinler icat etme mücadelesi veriyorlar!
Müslümanlar, çift yönlü bir saldırıyla karşı karşıyalar...
Ama boş durmuyorlar, yan gelip yatmıyorlar yine de. Hem emperyalistlere direniyorlar, Filistin’de olduğu gibi insanlığın onurunu koruyan ve kurtaran destansı bir direniş mücadelesi veriyorlar hem de 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi bütün müslümanlara ve mazlumlara umut aşılayan bir diriliş ruhu sergiliyorlar.
Bu bir istiklal ve istikbal mücadelesidir. Sadece Türkiye’nin değil bütün müslüman ve mazlum coğrafyaların istiklal ve istikbal mücadelesi.
Ama henüz işin başındayız...
Dalga-kırma, çakıl taşlarını temizleme aşamasındayız. Dalga-kurma, yapı taşlarını döşeme süreci sonraki adım.
Önce zihnî işgali temizleyeceğiz, zihnî prangaları kıracağız, fiilî engelleri ortadan kaldıracağız.
Bu da geleceği inşa edecek köklü, güçlü bütün dünyalara açılabilecek bir fikrî yolculuğa soyunmakla mümkün...
Öncelikle çağı iyi tanıyacağız; çağı, iyi tanıyamadığımız sürece, bırakınız çağı değiştirme iddiasında bulunmayı, tanımlanmaktan kurtulamayacağımızı çok iyi bileceğiz -iki asırdır ürpertici bir şekilde yaşadığımız zillet hâli bu.
Bu zillet hâlini aşmak için bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, bu dünyayı aşacak her alanda çaplı öncü kuşaklar yetiştireceğiz; kendi kavramlarımızla kendi dünyamızın inşası için eğitim, kültür, sanat, şehircilik hayatında fikrî bir atılım gerçekleştirecek kurumları daha fazla geç olmadan hayata geçireceğiz...
TÜRKİYE’NİN GELİŞİ DURDURULAMAZ ARTIK!
Türkiye, bu yolculuklara soyunacak maddî kıvama ulaştı.
Bundan sonra, öncü kuşakları yetiştirecek köklü, devrimci adımlar atmak zorundayız...
Türkiye, hiç olmadığı kadar güçlendi, kendine geldi, özgüvenine kavuştu, içerdeki virüslere neşter vurdu...
Türkiye’nin gelişi durdurulamaz artık -Allah’ın izni ve keremiyle..
O yüzden üç hayatî noktaya dikkat kesilmeliyiz:
Birincisi, operasyonlarda Türkiye’nin her an tuzağa düşürülebileceği ihtimalini aslâ göz ardı etmeyeceğiz. O yüzden aktif denge stratejisini elden bırakmayacağız...
İkincisi, ülke içinde farklı kesimleri kucaklayacak, kenetleneceğiz...
Üçüncüsü ve önemlisi, eğitim, düşünce, kültür, şehircilik, medya, sanat ve gençlik alanlarında 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekecek adımları atmakta gecikmeyeceğiz...
Artık ok yaydan çıktı... Allah (cc) yolumuzu açık, yolculuğumuzu hayırlı eylesin, yardımını esirgemesin... Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.