Bâtıl Türkçüye göre din değişebilir, milliyet asla!
Müslüman Türklüğü ifsad eden Bâtıl Türkçü’ye göre millet târifinde İslâm’ı esas aldığımızda Şaman, putperest, Budist, Musevî, Hıristiyan ve hattâ dinsiz olan Türkleri bu dairenin dışında tutmak gerekecektir.
Diyor ki bâtıl Türkçü: Orta Asya veya Asya’nın kuzey bölgelerinde Şaman ve putperest denilebilecek Türkler olabildiği gibi, Moğolistan ve Çin gibi ülkelere yakın yerlerdeki Türkler arasında az da olsa Budizm’e veya bu ülkelerdeki diğer dini inançlara mensup Türkler vardır. Bugün Azerbaycan’da bile Musevîlik dinine mensup olup, Hazar İmparatorluğu’nun bakayası olan Karaim Türkleri yaşamaktadır. Moldova’daki Gagavuz, yâni Gökoğuz Türkleri ise Hıristiyan’dır. Şu halde, din unsuru bir milleti millet yapan asli bir unsur değildir, olsa olsa tâli bir unsurdur.
Bâtıl Türkçünün ifsad edici anlayışına göre din, hayatımızı kuşatan ve kimliğimizi tayin eden bir tercihtir ve tercihlerin zaman içinde değişmesi mümkündür. Tıpkı giyim kuşam gibi, sosyal hâdiseler karşısında takınılan tavır ve davranışlar gibi, din de kültürel bir unsurdur.
Farklı dinden olan veya dinsiz olan, fakat Türkçe’nin bir koluna mensup olan Türklerde din, Türk kimliğini belirleyici olmaktan çıkarılmalı veya kültürel bir unsur olarak bırakılmalı ve bu farklılığa saygı gösterilmelidir.
Bununla da kalınmamalıymış; milleti millet yapan unsurlar sayılırken din birliğine yahut İslâmî zeminin esas olduğuna vurgu yapmayan târifler yapılmalıymış. Çünkü millet ve Türk târifinde İslâm’ın esas alınması, dünyadaki Türk gerçeğini ifade etmeye yetmiyormuş.
BÂTIL TÜRKÇÜYE GÖRE “MİLLİYET KADERDİR, DİN DEĞİL”
“Milliyet kaderdir, din değil” düşüncesi Tevhide aykırı şirk bir düşüncedir. Bâtıl Türkçü bu anlayışı Türklük düşüncesinin en temel ilkesi olarak görüyor. Bu gürûha göre, dinin, bir milleti millet yapan unsurlar arasında sayılması, tamamıyla ideolojik bir yaklaşımdır. Millet târifinde İslâm esas alındığında, farklı dinlere, inançlara mensup Türkler “İslâmî millet” çerçevesinin dışında kalacaktır. Dolayısıyla bu târif Türk’ün milliyet gerçeği ile taban tabana zıttır.
Bununla da kalmıyorlar, dini, bünyeye göre seçilmesi gereken sportif bir unsur gibi görüyorlar:
Türkler tarihimizde zaman zaman din değiştirmişlerdir. Türkler de din değişkendir; mevcut dinlerin hepsine girip çıkmışlardır. Hıristiyan, Budist, Musevi, İslâm Türkler var. Meselâ Göktürkler zamanında Bilge Kağan, Şaman dinini terk edip Budizm’i devletin resmi dini olarak kabul etmek istemiş, ancak Vezir Bilge Tonyukuk, Budizm’in yerleşik toplumlar için uygun olduğunu, Türkler gibi hareketli toplumların bünyesini bozacağı ileri sürerek karşı çıkmış ve Bilge Kağan’ı bu düşüncesinden vazgeçirmiş.
Ne kadar uçuk ve ucube bir tesbit bu. Hakk’a tapan Türk milletine bundan daha ağır bir hakaret olabilir mi?
“İt yese kudurur” cinsinden bir tesbit daha var. Göktürklerden sonra aynı coğrafyada hâkim olan Uygurlar, yerleşik toplumların dini olan Budizm’i, sonra İslâm’ı kabul ettikleri için kısa sürede yok olup gitmişler ve Çin devletinin boyunduruğuna girmişlerdir.
Bu gürûhun başbuğları arasında Resûller Resûlü Hazret-i Peygamberimiz, Alparslan ve Osman Gâziler yok. Tanrıkut Mete var, Başkurt Atsız ile son Başkurt Atatürk var.
Türkiye’de şimdilik bâtıl Türkçülüğün Hakk’a tapan Türklere zararları kayda değer olmasa da, üniversiteli genç zihinler arasında virüs gibi yayıldığı acı bir gerçek.
HAZRET-İ ŞEYH EDEBALİ’DEN HİMMET ALIP, MEDENİYET TEBLİĞİNE KOŞAN İSMAİL GÖKTÜRK…
Bir kültür fütühatından bir kültür fütühatına, bir medeniyet tebliğinden bir medeniyet tebliğine koşan Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şube Başkanı İsmail Göktürk dostumuz, Sivas tebliğinin ardından, ilk payitaht Edirne’de geçici olarak ikâmet eden Ali Yurtgezen hocamıza vâsıl olmanın sevincini yaşadıktan sonra Osmanlı'nın kuruluş diyarı Bilecik'e varıp, Hazret-i Şeyh Edebali’nin huzurundan himmet alarak “Medeniyetin ihyası için insanın inşası” nı tebliğ etti ve geldi. Görelim neler anlatacak.
“MAÇA GİDİP KÜFÜRLEŞMEK YERİNE TÜRKÜ KONSERİNE GİDİP GÖNÜL BİRLİĞİ ETMEK”
Ferhat Ağca dostumuz İstanbul’daki bir türkü konserinin üzerinden iyi bir bakış numunesi ortaya koymuş. Kısa, sade, fakat son derece anlamlı olan bakışı, modernleşmenin, dolayısıyla lümpenleşmenin virüs gibi yayıldığı bir zamanda özellikle genç kuşakların zihnî tâlimi için ne kadar da elzem! Paylaşmayı lüzumlu gördüm:
“Erkan Oğur ve İsmail hakkı Demircioğlu; sahneye çıkan bu iki güzel insan, sanki oradan geçerken, tutup sahneye atmışlar gibi, öyle sade, öyle samimi insanlar. Konser esnasında çalınan türkülerle vecdin vecdini yaşadığımı söylemeden geçemem. Ve her türküde bir dostu ve Ahmet Abiyi andığımı da belirtmem lazım. Erkan Oğur, âdeta anasını kaybetmiş bir kuzu gibi melerken bir yandan da vücudunun herhangi bir uzvunu kullanır gibi, sıradan bir şey yapıyormuş gibi, elini ayağını oynatıyormuş gibi sazını çalıyor. İsmail Hakkı Demircioğlu ise sakinliğini hiç bozmadan mızrabı yüreğine yüreğine vuruyor insanın, hele hele divan sazını eline aldığında...
Türküler başlar başlamaz Anadolu geliyor gözünüzün önüne, ağaçlar, kuşlar, şırıl şırıl akan sular. Sazlara bakınca, sazların ağaç hâlini görüyor, kesilip biçildiğini, ustanın bin bir emeği ile bu hâlini aldığı gözünüzün önüne geliyor. Tellerin madenlerden çıkıp, demircilerin elinden geçip de ince tel hâline gelme ve sazlara takılma anı film şeridi gibi önünüzden geçiyor. Ve bu çalan iki usta; nerede doğdu, nerede büyüdü, kimler büyüttü ve ne zaman bir araya geldi ya da kim bir araya getirdi... gibi sorular aklınıza takılıyor. Ve diyorsunuz ki:
Keşke maça giden insanlar; maça gidip, birbirlerine küfürler saymak, kutuplaşmak, birbirini kırmak yerine, yaklaşık bir maç süresi kadar süren bu konsere gelseler... Gelseler de Türkiye daha da güzelleşse.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.