Bütün darbeler İslâm’a karşı yapılmıştır
28 Şubat’ın üzerinden 21 yıl geçti; ama bu ülkede yol açtığı yıkım hâlâ sürüyor...
Ülke soyuldu; kaynakları talan edildi. Darbenin kendisi de “laiklik elden gidiyor” diye yapıldı; ülke de her fırsatta “laiklik, Kemalizm” sloganları atan tipler tarafından soyuldu.
Şunu artık herkes dürüstçe itiraf etmeli: Bu ülkede güçlerini korumak ya da güce ulaşmak için insanların tepe tepe kullandıkları aparatlardan biri laiklik, diğeri de Kemalizm olmuştur.
Bu konuyu, ülkemizin birliğe, dirliğe, kenetlenmeye ihtiyaç hissettiğimiz kritik günlerden geçtiğimiz şu günlerde daha fazla uzatmak istemiyorum.
28 ŞUBAT BİTTİ GÜYA; BAŞÖRTÜSÜNÜ KAZANDIK AMA “TESETTÜRÜ” KAYBETTİK!
Öte yandan 28 Şubat’ın asıl yıkımı, manevî-kültürel-zihnî ve siyasî alanlarda oldu: “İrtica” diye bir heyûlâ icat edildi; hatta irtica, Milli Strateji Konsepti’nin birinci maddesine yerleştirilerek, “birinci tehdit” ilan edildi ve böylelikle toplumun İslâmî kimliği, duyarlıkları aşındırıldı; toplum hızla sekülerleşme biçimlerinin eşiğine sürüklendi; toplum sekülerleştikçe İslâmî duyarlıklarını yitirdi; sonuçta etnik kimlikler, toplumun yegâne sigortası, en geniş ortak paydası İslâmî kimliğin önüne yerleşti.
İslâmî kimlik bastırıldı, etnik kimlikler kışkırtıldı: Türkiye’yi hem bölünmenin eşiğine sürükleyecek yapı-taşları döşenmiş oldu hem de İslâmî geleceği bir kez daha ipotek altına alındı.
Tam da küresel sistemin, İslâm’ı küresel sistemin önündeki en büyük tehdit ilan ettiği bir süreçte, Türkiye’de, imparatorluk bakiyesi, 30 küsur etnik unsurun yaşadığı bir ülkede, en güçlü ortak paydanın yani İslâmî kimliğin ve duyarlıkların daha da güçlendirilmesi gerekirken, İslâmî kimlik ve duyarlıklar hedef tahtasına yatırıldı ve bölücü terör örgütünün önü sonuna kadar açılmış oldu...
BASÎRETSİZLİK Mİ, İHANET Mİ?
Bu basiretsizlik midir, ihanet mi? Bu sorunun cevabını siz verin artık!
Burada üzerinde durulması gereken ikinci hayatî nokta şu: 28 Şubat postmodern darbesi İslâmî kesimlerin İslâmî duyarlıklarını terketmesine, hızla sekülerleşmesine yol açtı.
28 Şubat sürecinde İmam-Hatipler kapatıldı; Kur’ân Kursları kapatılmaktan beter edildi: 15 yaşından küçük çocukların Kur’ân Kurslarına göndermeleri yasaklandı. Başörtüsü yasağı, en ürpertici, ilkel şekillerde uygulandı!
28 Şubat’ı sivil ve askerî oligarşi en ilkel şekillerde uyguladı ama İslâmî kesimler de ürpertici şekillerde uyum sağladı çabucak...
Sonuçta, 28 Şubat bitti ama bizi de bitirtecek kadar meyvelerini verdi: Rotamızı bulduk ama istikametimizi yitirdik. Yörüngemizi bulduk ama kıblemizi yitirdik. Başörtüsünü kazandık ama “tesettürü” kaybettik. Tesettürü, yani hayayı, ahlâkı, bizi haramdan koruyan ölçülerimizi yitirdik...
Başörtüsü, laikçiler tarafından da İslâmî kesimler tarafından da aslâ bir bez parçası olarak algılanmadı. Toplumun İslâmîleşmesinin göstergesi / göstereni olarak algılandı; gösterilen İslâm’dı.
28 Şubat, aslâ tesadüfî değildi. Bir gün gerçekleşecek bir müdahaleydi. Türkiye’de “ipler” bu ülkenin has çocuklarının elinde değildi çünkü.
15 Temmuz darbesi de olabilecek bir şeydi bu nedenle.
Bundan sonra da darbe tehlikesi ortadan kalkmış değil. Belki azaldı ama bütünüyle ortadan kalkmadı darbe tehlikesi.
BÜTÜN DARBELER İSLÂM’A KARŞI YAPILDI!
Darbe tehlikesinin ortadan kalkması, bu ülkede bütün “ipler”in bu ülkenin has çocuklarının eline geçmesiyle mümkün olabilir ancak. Bu konuda ciddî mesafe katedildi ama henüz bu ülke gerçek anlamda istiklaline kavuşabilmiş değil. O yüzden yaşadığımız şey, Türkiye’nin istiklâl ve istikbal mücadelesidir.
Şunu söyleyebilecek durumdayız artık: Bu ülkede, bütün darbeler, laiklik adına ve İslâm’a karşı, toplumun İslâmî ruhköklerine sahip çıkmasını önlemek aracıyla yapılmıştır.
O yüzden 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi, 28 Şubat’ın uzantısıdır.
İslâm, 28 Şubat’ta “irtica” denilerek hedef tahtasına yatılmıştı; 15 Temmuz’da ise gerçek bir “cemaat”el ilgisi olmayan, hırsızlık, yolsuzluk, montaj, şantaj, kasetlerle mafyavârî bir örgüt öne sürülerek, bütün cemaatler hedef tahtasına yatırıldı; hedef bütün gelenekleri, temelleri yerle bir edilen İslâmî duyarlıkların ve hayatın sigortası olan cemaatlerin şeytanlaştırılması ve böylelikle toplumun İslâm’la ilişkisinin sıfırlanma noktasına ulaştırılmasıdır.
Ne yazık ki, toplumun büyük bir kesimi bu zokayı yutmuştur.
Oysa iki asırdır Müslümanların İslâm’la ilişkilerini sürdürmesini sağlayan devletler değil cemaatlerdir.
Yine sömürgecilere karşı direnenler Afrika’dan Kafkaslar’a, İhvan’dan Cemaat-i İslâmî’ye kadar Müslüman cemaatlerdir. Mesela küresel sistemin lordları, Mısır’la savaşmıyor; İhvan’la savaşıyor...
Cemaatlerin bu zor süreçteki sorunlarını, zaaflarını konuşmaya gerek bile yok; bunları yazıyorum zaten. Ama cemaat olmadan İslâm yaşanamaz! Rahmet Elçisi peygamberimizin emri ve uygulaması bu şekildedir.
Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.