Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Efradına cami, ağyarına mani

Efradına cami, ağyarına mani

Tartışmanın bir adabı, ahlakı, üslubu olmalı. Hele de konu “din” ise..

Esasen din tartışma konusu değildir. “Muhkem nas ile sabit bir konuda içtihad olmaz. İçtihad olmuyorsa, içtihadlar mecmuası hükmündeki mezheb de olmaz, tarikat da olmaz. Müteşabih ayetlerin yorumu ise belli bir usul çerçevesinde olur ve kimse kendi yorumunu “muhkem nas” gibi takdim edemez. Bu alanda “nas” değil, “nas’sın yorumu”nda, yorum sahibi görüşlerini yeni bilgiler, gelişmeler, ihtiyaçlar çerçevesinde yenileyebilir. Burada yenilenen din değil, dini yorumlayan kişinin kendi görüşünü güncellemesidir.

Ben, sen, o, kim olursa olsun, hepimiz toplumu ilgilendiren konularda “efradına cami, ağyarına mani” bir dille konuyu izah etmeliyiz. Yani, söylediğimiz şeyin, o konuyla ilgili bütün unsurlarını ihtiva etmesi ve aynı zamanda yanlış anlaşılmasına mani olacak şekilde olması gerekir.

Ben konuyu biraz daha açayım. Hatta, “La ilahe illallah” örneğinde olduğu gibi “sakın bu söz şu anlamda anlaşılmasın, işin aslı şudur” şeklinde olması gerekir. Bu konuda kural şudur: “Def-i mazarrat, celb-i menafiden evladır”. Sonra, bir bakarsınız, kaş yapayım derken göz çıkmış.

Özellikle kamuya malolmuş (batıda buna toplumsal aktör / Mega Player falan da deniyor) kişiler, muhataplarının anlayışına göre hitap etmesi gerekiyor. Burada niyetin temiz olması yetmiyor. Hatta sözü dinleyenlerin bu sözü nasıl çarpıtacaklarını da hesaba katarak bir söz söylemek gerek. Çünkü aramızda müfsit kişiler ya da bir sözü gayesinden saptırıp, o sözü alıp başkalarına saldırmak için bahane olarak kullanacak kişiler de aramızda yok değil.

Yani, sözümüzün yanlış anlaşılma ve saptırılma ihtimaline karşı da dikkatli olmamız gerek.

Kişi kendine özel bir hassasiyet geliştiremez mi? Evine, misafirler için ayrı, ev halkına ayrı bir asansör yaptırsın. Sahibi olduğu AVM’ye de ayrı asansör yaptırabilir. Bu düşüncesini açıklayabilir de. Bunu başkasına dayatıyor mu, kendi içtihadı ile başkasını mahkûm ediyor mu, ona bakılır. Bir başkasının yarar ve zararı söz konusu değilse, o zaman sorun ne?

Hüküm açık: Evlilik yaşı, hem biyolojik açıdan olgunluk, hem de zeka yaşı itibarı ile bir evliliği taşıyacak olgunlukta olması gerek. Bunun da ifade biçimi “akil ve baliğ olma şartı”dır. İslam’da “Ceza-i ehliyet” de aynı şekilde ifade edilir. Yani belli bir yaş yok. “Biyolojik olgunluk” ve “zeka yaşı”, iki ölçü var. Bana kalırsa evlilik sorumluluğunu taşıyabilmesi açısından, zeka yaşı itibarı ile bugün için, bazı örnekler açısından söylüyorum 18 yaş da azdır.

Ha! Fransa yeni bir düzenleme yaptı rıza ile cinsel ilişki yaşında sorumluk ve irade yaş sınırını 15’e çekti. Bu “çok evlilik”, “evlilikte yaş” konusu bugün henüz batıda, ABD’de kesin bir çözüme kavuşmuş değil. Dinin ölçüsü bellidir ve uygulama daha çok örfidir. Örfte “Beşik kertmesi” de var. O da bizim çağdaş-laikçilerin istismarına konu olduğu gibi sıradan, basit ve ucuz bir yol değildir.

“Zamanın tebeddülatı ile hükmün değişmesi” müteşabih ayetlere ilişkin yorumlar ile ilgilidir. Zaten yorumun sabitleşmesi, onun muhkem nas haline gelmesine sebeb olur ki, bu da dine mugayirdir.

Dinin yorumuna gelince, bu daha çok sosyolojik, gelenekle ilgili bir durumdur. Kişinin ekonomik, sosyal, ilmi seviyesi değiştikçe algısı, ihtiyaçları değişir. Bazıları geleneğe saplanıp kalacak, bazıları yeniliklere daha açık olacaktır. Gelenekçiler ile yenilikçiler arasındaki farklılık zaman içinde ekonomik, sosyal ve siyasi statüler açısından da sorun haline gelecektir. Bu hep böyle oldu. Bu kez birileri sırtını dine dayayarak toplumu ikna etmeye, baskı altına almaya çalışacaktır. İmamet-Hilafet meselesi de böyle, diğer daha başka birçok konu da. Ehli sünnet-Şia, ya da Sufi’lik, Selefi’lik tartışmalarının arkasında da belli bir ölçüde bu konu var.

İstismar her yerde her zaman var ve bu kıyamete kadar da böyle devam edecek. Birileri “muhkemleri bırakıp müteşabih’lerin peşine düşecek”, kimi mızraklarının, kimileri de dillerinin ucuna Allah ayetlerini geçirip, “din adına” Allah’ın ayetlerini savaştırmaya devam edecekler.

Birileri nasıl cennete, birileri nasıl cehenneme gidecek, işte böyle!

Düşünsenize, Allah’ın emrine uymazsanız haram, Resulullah’ın sünnetine uymazsanız mekruh, ama birilerinin peşinden gitmez onların düşüncelerine/yorumlarına katılmazsanız dinden çıkarsınız. Haşa sümme haşa. Onların peşinden gitmezsen kendine din ara! F. Gülen’i hatırlayın, adam Cebrail’e bile ihtiyaç duymadan haşa Allah’la görüşüyordu. “Kainat imamı” adam. Ruhül Kuds’ü bedeninde yaşıyor! Bu saçmalık Gülen’den ibaret değil, piyasada böyle onlarcası var. Birileri de hâlâ onların peşinden gidiyor. Kimi ineği kutsuyor, kimi fareyi, kimi de bu tip adamları. İnsan bu, putunu kendi yapar, kendi tapar.

Konumuz bunlar değil, “Din adına” konuştuğunu söyleyen birileri. Keşke onlar “din adına” değil, sadece “kendi adlarına” konuşsalar. “Allah böyle buyuruyor, Kur’an böyle diyor” derken sadece Ayetin aslını okusalar da, bundan şu zat böyle bir mana çıkartmış, ben de bu konuda şöyle düşünüyorum, bunu şöyle anlıyorum” deseler.

Kişinin anladığı ilmi ve aklı kadardır. Vahiy ise insan aklının üstündedir. Bizler ancak aklımız kadar iman eder ve aklımız kadar amel işleriz. Bilmediğimiz şeye iman edemeyeceğiz. O zaman vahye ve vahyin pratikleri açısından yaşadığımız zamana ve mekana şahidliğimiz ölçüsünde Allah’ın açıklanmış rızasının tecellisinin vesilesi olacağız.

Hepimiz şuna çok dikkat edelim: Benim ne söylediğim kadar, dinleyenin ondan ne anladığı da önemli. Ve tabii, birilerinin o sözleri nasıl çarpıtacağı da.

Hani “Raina demeyin, unzurna” deyin mealinde bir ayet vardı. Bu ayetin esbab-ı nuzul’ünü hatırlayın. Peygamber bir misal vermişti de, Yahudiler o sözü çarpıtmışlardı. Ve ayet geldi de, söz aslına döndürüldü.

Sözün hayatımızdaki karşılığı, o sözü dinleyenin anladığı kadardır.

Bir konuyu tartışırken tarafların çok dikkatli olması gerek. Hem konuşmak varken niye tartışalım ki. Tartışırken “güzel ve söz ve hikmetle hakkı söylemek” varken bazan ipin ucunu kaçırıveriyoruz. İyi niyetli olmak her zaman bizi kurtarmayabilir. Herkesin kendine göre bir iyi niyeti var. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” uyarının manası da bu değil mi?

Din ve devlet büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim. Biz insanız ve insan hata yapar. Onun içindir ki, günde 40 kez, kıralı da, dervişi de “Rabbim, bana hakkı hak, batılı batıl göster, hak’da toplanmamızı nasib et” diye dua eder de, sonra gider, kendi fikrinin üstünlüğünde ısrar eder. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir!

Müminler birbirinin velileridirler. Birbirimize şahid tutulacağız. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olalım. İttifak ettiğimizde birlikte hareket edelim, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görelim. Ne kimsenin bize İlahlık ve Rab’lik taslamasına boyun eğelim, ne de biz başkalarına İlahlık ve Rab’lik taslayalım. Rabbimiz Allah’tır bizim. Ötesi şirktir şirk! “İman ettik demekle yakamızın bırakılmayacağını” bilmemiz gerek. Allah’ım, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil, bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl.” Amin. 

Son 3 hatırlatma: 

1- Kafirler ve fasıklar bir haber getirdiklerinde ihtiyad edelim. 

2-Güvendiğimiz biri hakkında olumsuz bir haber geldiğinde hemen inanmayalım ve açıklama bekleyelim. Bir yanlış anlama varsa hemen düzeltelim ve fitneye sebeb olabilecek açıklamalar konusunda dikkatli olalım inşallah. 

Bu kurallar hepimiz için. 

Selâm ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi