Dünya Ormancılık Günü
Bahar geldi. Sevinçliyiz. Toprakta, ağaçlarda, kuşlarda şenlik var. Erikler beyaza büründü, dağlar yeşile boyandı.
Tam zamanı. Fidan dikmeye, esaslı bir temizlik yapmaya başlayabiliriz.
21 Mart Dünya Ormancılık Günü vesilesiyle ve Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yirmi üç milyon hâneye mektup gönderilecek. Ağaç dikme seferberliği başlatılacak. Tabiata karşı hassas olunması istenecek. Hedef, daha yeşil bir ülke. Ne güzel.
Bize kalırsa, iki seferberlik birden başlatılmalıdır. Önce temizlik, sonra fidan dikme. Orman ve yaylalarımız çöplerle, şişelerle, cam kırıklarıyla dolu. Irmak ve göllerimizin durumu fena. Bunları masa başından söylemiyoruz. Gidiyor ve görüyoruz. Anadolu’nun birçok bölgesinde toprak ve su hızla kirleniyor.
Yeri gelmişken belirtelim: Garip bir boşluk var. Yollarda trafik polisi, ormanlarda muhafaza memuru (ormancı) göremiyoruz. Memleket sahipsiz sanki. Av yasağının olduğu yerlerde sabahtan akşama kadar silah sesleri yükseliyor. Fakat müdahale eden yok. Jandarma nerede? İstanbul’dan Ankara’ya bir tane trafik polisi görmeden gidiyorsunuz. Yollarda tek gördüğümüz, emniyet şeridini fütursuzca kullanan ve başkalarının hayatını tehlikeye atan çakarlı araçlar. Ülkemizin birçok ormanını gezdik, kamp kurduk. Daha bir tane orman muhafaza memuru görmek nasip olmadı.
Bir diğer sorun da bu: Otoyol kenarlarına ısrarla çam ve benzeri ağaçlar dikiliyor. Bu ağaçlar çoğunlukla ziyan olup gidiyor. Neden? Bunun birinci sebebi egzoz gazı ve araçların oluşturduğu yüksek ısı olabilir. Otobanlardan yükselen sıcak hava dalgasını keşfeden bazı kuş türleri, göç yollarını değiştirdi. Artık otoban güzergâhlarını kullanıyorlar. İkincisi: Yol kenarlarında birçok nedenden dolayı yangın çıkar. Çam gibi reçineli ağaçların çabuk tutuştuğunu ve zor söndürüldüğünü biliyoruz. Sıcak yaz günlerinde söndürülmeden atılan bir izmarit bütün emeği heba edebiliyor.
Her rakımın kuşları, ağaçları olur. Şartlara ve ortama göre tür seçilmelidir.
***
Orman, sadece ağaç demek değildir. Sayısız parçadan oluşan bir bütündür o. Yabani yemişler, tatlı su kaynakları, endemik bitkiler, şifalı otlar, kuş türleri, özel yaşam alanları, iğneli ve yapraklı ağaçlar, karacadan sincaba kadar canlılar. Yani sadece ağaçlar yanmış veya kesilmiş olmuyor.
Ormandan ağaç kesmenin cezası ciddi oranda arttı. Bu durum birçok köy sakinini meyve ağacı kesmeye yöneltti. Ahlat ve alıç gibi dağ meyveleri bu sürecin ilk kurbanı oldular. Birçok köy yerinde eski ağaç kalmadı. Elma, armut vs. Bu ağaçlardan sadece insanlar faydalanmıyordu elbette. Börtü böceğin de rızkı buralardan geliyordu. Orman Genel Müdürlüğü’nün bildiğimiz bir uygulaması var. Artık ormanlarımıza ceviz gibi ağaçlar da dikiliyor. İsteğimiz, meyve çeşitlerinin artmasıdır.
Tabiatta her şey birbirine bağlıdır. İlâhi bir denge vardır. Bir örnek: Bizim oralarda, ormana zarar verdiği gerekçesiyle, devlet keçiyi yasaklamıştı. Bir zaman sonra çalı çırpıdan ormana girilemez oldu. Aynı devlet, şimdi de keçi besiciliğini teşvik ediyor, bunun için destek veriyor.
Köyden kente göçün hep olumsuz sonuçlarını yazıyor, konuşuyoruz. Oysa bu sürecin olumlu tarafları da var. Köylerde nüfus azalınca veya kalmayınca, tabiat kendine geldi. Ormanlarla birlikte yaban hayatı da canlandı. Hiç görülmeyen, nesli tükendi sanılan türler ortaya çıkmaya başladı. Özellikle yüksek rakımlı dağ köylerinde.
Tabiat asla pes etmez. Ormandan kazanıp açtığımız bir tarlayı ekmezsek eğer, on yıl gibi kısa bir sürede orası tekrar ağaçlık olur. Güngörmüş insanlarla bu gibi konuları konuşmaya ve onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışırım. Mesela eskiden ‘kökçülük’ diye bir meslek varmış. Ağacı kesmek kolay, köklerini çıkarmak zor. Ormandan tarım arazisi açarken, işte bu meslek grubuna ihtiyaç duyuluyormuş. İyi ki tarihe karışmışlar.
Tam burada aklıma geldi. Yetmişli ve seksenli yıllarda neredeyse her çocuğun sapanı olurdu. Şimdi ise sapan taşıyan çocuk yok. Keşke yetişkinlerin yaptığı avcılık da bu noktaya gelebilse.
Bütün canlılara emanet gözüyle bakarsak eğer, her şey daha kolay ve güzel olacaktır. Hiç şüphesiz.
***
Çeşitli dağlarda ve ormanlarda ağaçlarım var. Özenle budamış, toprağını temizlemiş, bazılarına çit yapmışım. Fırsat buldukça görmeye gidiyorum onları. Yolum düşmediği için hiç göremediklerim de var. Arasam bile bulamayacaklarım da az değil. Kimi çördük, kimi kiraz. Gözdelerim ise ahlat ve alıç.
İnsan yetiştirmek ile fidan dikmek arasında yakın bir akrabalık görüyorum. Her ikisinin de meyveye durması için bakıma ve zamana ihtiyacı var. Seçmekle, dikmekle olmuyor sadece. İlgilenecek, emek vereceksin. İhtiyaçlarını karşılayacaksın. Bu sevgi işidir, gönülden gelir.
Galiba gönül dilimizi kaybediyoruz. Teşvik deyince akla önce kredi kelimesinin gelmesi gibi. Dikili ağaç ifadesi artık maddiyatı çağrıştırıyor. Ev, araba, nakit. Duygu da böyle değil mi?
Ağaçlandırma kampanyası yerine yeşillendirme, şenlendirme seferberliği demek istiyorum. İnsandan ormana, kalplerden dağlara doğru.
Ülkemizde çok başarılı ağaçlandırma çalışmaları oldu, oluyor. Nice çorak arazi güzelleşmiş durumdadır. Yeni nesil orman mühendisleri işlerini aşkla yapıyorlar. Gönlümüzden geçen, bunun bir adım ötesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.